Ekonomik krizden çıkış mümkün mü?

23 Haziran İstanbul seçimlerinin yenilenme kararının açıklanması ile patron örgütleri hoşnutsuzluğunu daha yüksek sesle dile getirirken, uluslararası ilişkilerdeki sıkışmışlık ile birlikte ekonomik krizin etkilerinin giderek derinleşeceği bir döneme giriyoruz. Tüm bu gelişmeler eşliğinde iktidar bir kez daha sorunları erteleyerek İstanbul’u kazanmak için tüm gücünü kullanıyor. Ancak Haziran seçimleri sonrasında, ertelenen tüm sorunlar daha da ağırlaşmış bir şekilde yeniden gündeme gelecek gibi duruyor.

“Karınlarını doyuruyorsunuz ama oy vermiyorlar”

Patronların ihtiyacı onların çıkarlarını gözeten bir rejim, iktidarın ihtiyacı ise kendi bekası için toplumsal rızayı üretmek. Nitekim AKP’nin iktidara geldiği gün alamet-i farikası da buydu: Bir yandan patronların talep ettiği neoliberal programı uygularken, bir yandan da kitleler nezdinde meşruiyetini korumak ve genel rızayı üretmekti. Ancak şu an ne patronları ne de emekçileri tatmin eder durumda. Zira geçtiğimiz günlerde Erdoğan, İstanbul Sultanbeyli’de muhalefetin aldığı oyları örnek göstererek “Karınlarını doyuruyorsunuz ama oy vermiyorlar” dedi. Bu meşruiyetini sandıktan aldığını söyleyen iktidar, şimdi ise ona oy vermeyenleri nankörlükle suçlayarak, genel oy hakkını gasp etmekte.

Erdoğan’ın sitemi yalnızca işçilere değil. Hukuk dışı uygulamaları, seçimin yenilenmesini ve ekonomideki gidişatı eleştiren TÜSİAD üyelerine de benzer bir tepki verdi: “17 yıl önce neredeydiniz, şimdi neredesiniz, içeriden saldırının hesabını sorarım.”

Emekçiler ekonomik ve politik sorunlar karşısında yerel seçimlerde tercihini büyük ölçüde değiştirdi. Patronlar ise onlara 31 Mart öncesinde sözü verilen kıdem tazminatına el koyulması, zorunlu BES ve bunun gibi pek çok saldırıyı içeren ekonomik reçetenin halen uygulanmamış olmasına tepkili. Patronların beklentisi ekonomik krize dönük IMF programının acil olarak başlatılması. Bu acı reçete henüz uygulanamadı, hem de üstüne İstanbul seçimleri iptal edilerek “istikrarsız ortam” daha da genişletildi. Ancak böylesi bir program seçim öncesi getirilemez. Zira uygulanan ekonomik programın geniş kitleler gözünde meşruluğunu sağlamak gerekiyor. İşte iktidarın yaman çelişkisi!

Peki, nasıl bir atmosfer bizi bekliyor?

OECD’nin açıkladığı verilere göre, ekonomi politikalarının ve siyasi koşulların belirsizliği, özel sektörün döviz biçiminde yüksek borcunun olması ekonomik toparlanmayı zorlaştıran öğeler olarak sıralanıyor. Bu şartlar altında Türkiye ekonomisinin 2019 için yüzde 2,9 daralacağı öngörüsünde bulunuluyor.

Birkaç hafta önce de Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’ın açıkladığı üç kamu bankasının katılımıyla ithalata bağımlı, dış açık veren sektörlere yönelik olarak hazırlanan ve toplamda 30 milyar TL finansman sağlaması hedeflenen İVME (İleri, Verimli, Milli Endüstri) Finansman Paketi’ni açıklarken kullandığı ‘istihdamda dengelenme’ ifadesi ‘işsizlik’ anlamına geliyor. Zira, ekonomik kriz ve sanayi üretimi ile büyümedeki büyük daralmaya paralel olarak istihdamda da daralma devam ediyor. Bu nedenle sadece işsizlik artmıyor, istihdamda da büyük bir daralma yaşanıyor. Krizin başladığı Ağustos 2018 ile Şubat 2019 arasında istihdamdaki kayıp ise 1 milyon 963 bin olarak gerçekleşti. Bakan Albayrak’ın Türkiye’nin Haziran ayından itibaren cari fazla vereceğini öngördüklerini belirterek, “2019 en fazla cari fazla vereceğimiz yıl olacakdemesi ekonomik krizin göstergelerine işaret etmekte ve yanıltmaktadır.

Ekonomik krizden çıkışı mücadele belirleyecek

Tıpkı İstanbul seçimlerinde yaşanan antidemokratik uygulamaların gerçek anlamda bertarafı kitlelerin seferberliğiyle olduğu gibi; işsizliğe, ekonomik saldırılara, yoksulluğa karşı vereceğimiz birleşik ve örgütlü tepki de bu saldırı programının etkilerini belirleyecektir.

Yorumlar kapalıdır.