Tüm emperyalist ve yayılmacı güçler, Ortadoğu’dan defolun! Dünya emekçilerini Ortadoğu halklarının yanında yer almaya çağırıyoruz!

1. ABD emperyalizminin başkanı Trump, İran Devrim Muhafızları’na (Pastaran) Bağlı Kudüs Gücü komutanı ve Şii yayılmacılığının yöneticisi olan Kasım Süleymani’yi bir suikastla öldürterek tüm Ortadoğu bölgesindeki arı kovanına çomak sokmuş oldu. Bu suikast ve ardından İran yönetiminin intikam vaadi, önümüzdeki günlerde ve haftalarda bölgede “gayri nizami” bir savaşın başlayacağına işaret etmektedir. Bu çatışmalı süreç Ortadoğu’da bütün kartların yeniden dağıtılmasına yol açabilecek ve elbette Türkiye’yi de yakından etkileyecektir.

2. Buraya nasıl gelindiğini hatırlayacak olursak, ABD’nin 2003’teki Irak işgali İran’ın Irak’taki etkisinin ve rolünün şu anda emperyalizmi ve Siyonizmi korkutacak derecede artmasıyla sonuçlanmıştı. Irak’ta ülkenin yüzde 30 civarındaki kesimini oluşturan Sünni topluluğa dayanarak varlığını sürdürmüş olan Saddam ve Baas partisi rejiminin emperyalist işgal yoluyla tasfiyesinin ardından ülkeyi Şii partilerin (nüfusun yaklaşık yüzde 65’ini oluşturan) ve Kürt partilerin ittifakıyla oluşan hükümetler yönetmeye başlamıştı. Şii partiler aracılığıyla da İran ülke yönetiminde başat aktörlerden biri haline gelmişti. Bütün bu süreçte Irak, ABD ve İran’ın örtük işbirliği temelinde yönetilir olmuştur.

3. 1979’daki “İslami devrim” ile işbaşına gelen ve İran’ın gerçek devrimci güçlerini katlederek kendini sağlama alan mollalar rejimi daha başından itibaren, emperyalizmin ve Siyonizmin baskısı altındaki bu bölgede ayakta kalabilmek için karşıdevrimlerini bölgeye yayma çabalarına girişmişlerdi. Bu çabalarındaki en büyük fırsatı 2011’de patlak veren Ortadoğu ve Kuzey Afrika devrimleri sürecinde bulan İran’ın bölgedeki doğrudan askeri müdahaleleri artmış ve Suriye’deki halk devrimini ezmek amacıyla Esad diktatörlük rejimini desteklemeye yönelik olarak binlerce milisi ve çok sayıda askeri danışmanı bu ülkeye göndermişti. İran’ın kontrolü altındaki Lübnan Hizbullahı’nın askeri kapasitesi artırmış, Irak’ta IŞİD’le savaşmak adına, İran’ın kontrolü altında milis birlikler oluşturmuştur. Irak’ta bugün milli ordu Şii mezhebi temelinde örgütlenmişken, Şii milisler de milli ordunun bir parçası olarak resmi kabul görmektedir. İran aynı şekilde Yemen’deki Husi milisleri de desteklemektedir.

4. Obama döneminde ABD ve İran arasında yapılan anlaşmanın yarattığı konjonktürde, ABD yönetimi İran’ın bölgedeki müdahalelerine hayırhah yaklaşmıştı. Önceliğini bölge devrimlerinin boğazlanmasına ve IŞİD’in tasfiyesine veren ABD yönetimi, İran’ın Suriye ve Irak’taki varlığı karşısında sesini yükseltmemiş, özellikle Irak’ta, IŞİD’in tasfiye sürecinde, ABD kuvvetleri İran milisleriyle askeri işbirliği yapmış, ABD’nin hava saldırılarıyla desteklenen İran yanlısı milisler başta Musul olmak üzere IŞİD kontrolündeki bölgeleri ele geçirmiştir. Ne var ki, IŞİD’in marjinalize edilmesinin ve devrimci dalganın geri çekilmesinin ardından İran’ın bölgedeki yükselen askeri ve politik gücü, ABD, İsrail ve Suudi Arabistan için öncelikli bir sorun haline gelmiştir. Böylece bir yandan emperyalist ve Siyonist güçler, öbür yandan Şii yayılmacılığından endişe duyan ve onunla çatışan Sünni egemenler, bölgede İran nüfuzu altındaki askeri güçlerin kademeli olarak tasfiyesini başlıca gündem maddesi haline getirmişlerdir. Bu çerçevede, Irak’ta ABD ve İran arasında, Yemen’de Suudi Arabistan’la İran arasında askeri gerginlikler artmıştır.

5. Son haftalarda Irak ve İran’da ekonomik çöküntü ve rejimlerin baskılarına karşı patlak veren halk ayaklanmaları bu gerilimleri güçlendirdi. Molla rejimi yıkılma tehdidi altında daha da baskıcı bir tutum alırken (protestolar sırasında rejim güçleri şu anda sayısı hâlâ kesin olarak bilinemeyen sayıda göstericiyi öldürdü), ABD ve müttefikleri de bu protestolardan yararlanarak İran rejimini geriletmek için uygun zamanın geldiğine kanaat getirdiler. Özellikle de, Irak’ta aylardır bizzat Şii nüfusun Şii partilerin hükümetine karşı ayaklanması ve İran destekli partilerin ülkedeki alt üst oluşu engelleme kapasitelerinin olmadığının tamamen açığa çıkması, ABD ve İran arasında bu ülkedeki güç kontrolüne ilişkin çatışmayı daha hassas hale getirdi. IŞİD’in yenilgisinin ardından Haşdi Şabi’nin tasfiyesini isteyen ABD, bu örgütün komutanlarına saldırılar düzenledi. İran kontrolündeki gruplar ise, ABD askeri birimlerine saldırarak karşılık verdi. Bir ABD askerinin öldüğü ve dört ABD askerinin yaralandığı saldırıların ardından ABD Haşdi Şabi’ye dönük saldırılarını sertleştirdi. Bunların ardından, İran yanlısı güçler ABD’nin Bağdat Büyükelçiliğine saldırdı ve elçiliği kısmen işgal etti. ABD’nin buna yanıtı Kasım Süleymani’yi ve Haşdi Şabi’nin önemli komutanlarından Ebu Mehdi el-Mühendis’i öldürmek oldu. Önümüzdeki günlerde karşılıklı missilemelerin yaşanması sürpriz olmayacaktır.

6. Bu tabloya dâhil edilmesi gereken diğer faktörlerse ABD ve İran’ın iç politikalarında yaşanan gelişmelerdir. Seçim dönemine giren ABD’de Trump yönetimi Bağdadi suikastının ardından Süleymani’yi katlederek, seçim sürecinde Amerikan halkı gözünde prestijini güçlendirmeye çalışıyor. İran ise, gerek bölgede mezhepçilik temelinde gerilimi yükselterek, gerekse de ABD’yle sürtüşmeleri artırarak, içeride yaşanan isyanı milliyetçilik ve ABD karşıtlığıyla saptırmayı hedefliyor. Aynı zamanda, İran yanlısı gruplar Irak’ta ABD’ye dönük tutumlarını sertleştirerek, Şii hükümete karşı isyanı rotasından saptırmaya çabalıyor. Kuşkusuz emperyalizmin gerçekleştirdiği bu saldırı mollalar rejiminin kendisine karşı isyanı Şiilik temelinde kendi etrafında birleştirebilmesine yardımcı olacaktır.

7. Bütün bu gelişmeler, şu anda hemen ABD’nin İran’a doğrudan bir saldırısıyla başlayacak bir savaşa yol açmayacak olsa da (ve bu olasılığı hiç göz ardı etmeden), bölgede “gayrı nizami savaş” olarak adlandırılabilecek karşılıklı misillemelerin devam edeceğini öngörebiliriz. Bu arada, Irak’ta İran yanlısı Şii partilerin ülkeyi yönetemediği, hatta İran karşıtı Şii partilerin de bulunduğu dikkate alınacak olursa bu ülkedeki kaotik durumun daha da ağırlaşacağı ortadadır. ABD bu durumu, İran’ın ülkedeki nüfuzunu kırmak için kullanmaya çalışacağı açıktır. Irak parlamentosunun aldığı “bütün yabancı güçlerin Irak’tan çekilmesi” kararı (her ne kadar hükümetin kurulamadığı bir dönemde bu kararın uygulanabilirliği şüpheli olsa da), ABD işgalinden bu yana Irak’ın yönetiminde iki ülke (ABD ve İran) arasında süren ortak işbirliğine son mu verecek, yoksa yeni bir pazarlık süreciyle her iki kesimin de razı olacağı yeni bir koalisyona mı yol açacak? Bu sorunun yanıtını önümüzdeki günlerde göreceğiz.

8. Bütün bu gelişmeler karşısında bölgedeki tüm emekçi halkların, ilerici ve devrimci güçlerin açık ve net bir tutum geliştirmesi zorunludur. Ortadoğu başından beri emperyalizmin ve Siyonizmin saldırısı ve baskısı altındadır. Emperyalizmin bu egemenliği bölgedeki ülkelerin pek çoğunda monarşi ve diktatörlük rejimlerinin varlıklarını sürdürebilmesine katkıda bulunmaktadır. Bölgedeki emekçi halklar ve devrimci akımlar bu rejimlerden nefret etmektedir ve onlara karşı mücadeleleriyle bu tepkilerini göstermektedirler. Bununla birlikte, emperyalist ve/veya Siyonist güçlerin İran’a veya Irak’a karşı girişebilecekleri her türlü askeri saldırıda yerimiz elbette Ortadoğu emekçi halklarının yanında olacaktır. ABD askeri güçleri Ortadoğu’dan derhal çekilmelidir. Bu uğurda başta ABD halkı olmak üzere tüm dünya emekçilerini Amerikan emperyalizmi ve Siyonist saldırganlık karşısında seferber olmaya çağırıyoruz!

9. Ortadoğu emekçilerini bekleyen en büyük tehlikelerden biri de, emperyalizmin bölge halklarını etnik ve dini temellerde bölmek, onları birbirine düşürme ve ortak olarak yaşadıkları toprakları bu temellerde bölerek küçük parçaları kendi egemenliği altına daha sağlam olarak alma projesidir. Emperyalizmin amacı Sünni ve Şii inançlı halk kesimleri arasında bir bölünme ve çatışma yaratmak, buna etnik hassasiyetleri de ekleyerek halkların arasındaki ilişkileri zehirlemek, onları birbirine düşürmektir. Bunu bölgedeki bazı başka monarşiler ve diktatörlük rejimleri de destekleyebilmektedir. Bu oyuna gelinmemelidir. Elbette tüm halklar kaderlerini bizzat kendileri özgürce belirleyebilmelidir. Ama unutmamak gerekir ki bölgenin emperyalizmden ve yayılmacı, baskıcı ve karşıdevrimci güçlerden temizlenerek barışa ve huzura ulaşabilmesi, ancak tüm halkların hep birlikte direnişine ve Ortadoğu’da birlikte yaşayabilecekleri bir Emekçi Halklar Federasyonu kurabilmelerine bağlı olacaktır.

Yorumlar kapalıdır.