Saray işçileri unuttu mu?

Koronavirüsün etkisiyle ekonomik bunalımın daha da ağırlaşmasıyla birlikte, gözler Saray’ın alacağı önlemlere çevrilmişti. Milyonlarca çalışanın, emeklinin yaşadığı problemlere çözüm üretecek adımlar atılacak mıydı? Saray’ın gerek 18 Mart’ta açıkladığı “ekonomik kalkan” paketinden gerekse de sonrasında aldığı önlemlerden herhangi bir sürpriz çıkmadı. Adeta “Yaptıklarımız, yapacaklarımızın teminatıdır” şiarıyla, ekonomik durumdan en çok etkilenen kesimlere dönük olarak neredeyse hiçbir ciddi önlem alınmazken, büyük patronlara yeni teşvikler sağlamaktan öte bir adım atılmadı. AKP hükümetlerinin 17 yıllık icraatlarını göz önünde bulundurduğumuzda, bundan başka türlüsü de beklenemezdi!

Damat Bakan’ın “harikalar diyarından” çizdiği toz pembe tablolara rağmen, koronavirüsten önce Türkiye ekonomisi zaten perişan bir durumdaydı. İşsizlikte rekor üstüne rekor kırılıyor (TÜİK’in dar tanımına göre 4,5 milyon kişi; %13,7), hayat pahalılığı emekçi kesimleri nefes alamaz hale getiriyor (enflasyon %12), pek çok insan borçlarını ödeyemediği için intihar etmeyi tercih ediyordu. Bu sırada Saray, bir yandan iflas eden yandaş şirketleri kamu kaynaklarıyla kurtarırken, yurtdışı operasyonlarla milliyetçi histeriyi artırarak iktidarını ayakta tutmaya çalışıyordu. Saray’ın aldığı ekonomik önlemlere baktığımızda, “Saray cephesinde yeni bir şey yok” diye özetleyebileceğimiz bir durumla karşı karşıya olduğumuz teyit edilmiş oldu.

Ekonomiye ilişkin olarak, koronavirüsle beraber bugün toplumun büyük çoğunluğunu oluşturan çalışanların, emekçi kitlelerin çok temel soruları bulunuyor: “İşyerinde çalışmaya devam edecek miyim? Eğer işyerinde çalışacaksam gerekli hijyen koşulları işe gidip gelirken ve işte nasıl sağlanacak? Eğer çalışma duracaksa ücretimi alabilecek miyim? Eğer ücretimde kesinti olacaksa borçlarımı, faturalarımı nasıl ödeyeceğim?” Bu yaşamsal soruların sayısını artırabiliriz. Ne var ki, Saray’ın bu konulardaki ısrarlı ve anlamlı sessizliği emekçilerin kaygılarını daha da artırmış durumda.

Erdoğan’ın “ekonomik koruma kalkanı” adıyla açıkladığı pakette işverenlere dönük olarak birtakım kredi, vergi ve prim destekleri açıklanırken, çalışanların acil taleplerine yanıt veren hiçbir madde bulunmuyor. İşçilere dönük açıklanan “kısa çalışma ödeneği” ve “telafi çalışma süresinin 4 aya çıkarılması” gibi uygulamalar ise, işçilere değil patronları korumaya dönük uygulamalardır. Neden mi? İşverenler kısa çalışma ödeneği başvurusu yaptığında, işçilerin maaşlarında ciddi kesintiler olacak ve işçilerin maaşları işveren tarafından değil başta İşsizlik Sigortası Fonu olmak üzere kamu kaynaklarıyla ödenecek. Yani patronlar bir süre maaş vermek yükümlülüklerinden kurtulacak. Bu krizin sorumlusu olmayan bizler ise, zaten ücretlerimiz hayat pahalılığı karşısında erimişken, daha da düşük bir miktarla hayatta kalmaya çalışacağız.

“Telafi çalışma süresinin” uzatılması da, sorumlusu olmadığımız bir krizin faturasının bize kesilmesi anlamına geliyor. Telafi çalışma süresi, özetle fazla mesai ücretlerinin gasp edileceği anlamına geliyor. İçinde bulunduğumuz durumda, çalışamıyor olmamızın sorumlusu biz emekçiler değilsek, bu konuda fedakarlık yapan da biz değil, bugüne kadar zenginliklerini katlayanlar olmalı!

TÜSİAD yaptığı açıklamada “İş dünyası olarak gerek toplumumuzun sağlığı gerekse ekonomimiz açısından bu dönemin en az hasarla atlatılması için üzerimize düşeni yapmaya hazırız” demişti. Gerçekten de 17 yıllık AKP döneminin en çok kazananları daima büyük patronlar oldu. Sadece son bir yılda “ultra zengin” olarak ifade edilen 30 milyon dolar ve üstü gelire sahip kişi sayısında yüzde 5 artış oldu ve bu sayı 2000’e yaklaştı. Ülke kaynaklarının çok büyük bir kısmını kontrol eden bu birkaç bin kişi ekonomi iyi giderken servetlerine servet kattılar. Şu anda yaşanan kriz durumunda ise “üzerlerine düşeni yapmaktan öte”, durumdan kazanç elde etmenin peşine düşmüş durumdalar.

Saray’ın emekçi halkın sağlığını ve haklarını değil patronların çıkarlarını korumayı hedefleyen politikaları nedeniyle salgının ciddi sonuçları giderek daha açık hale geliyor. Salgının yayılma hızında istatistikler, İtalya’dan daha kötü ilerlediğimizi gösteriyor. Bunun sonucu ise şimdiden 100’den fazla insanın hayatını kaybetmesi oldu.

Bu dönemde öncelik, şirketlerin kârı değil insanların sağlığı olmalıdır. Dolayısıyla Saray’ın işçileri “unutmasından” değil patronların çıkarları uğruna emekçi halkı bir kez daha “gözden çıkarmasından” söz edebiliriz. İşçi sınıfı ve emekçi kitleler olarak acil taleplerimizi yükseltmemiz, her koşul altında gerek üretimden de gerekse de toplumun büyük çoğunluğunu oluşturmaktan kaynaklanan gücümüzü kullanmamız, kelimenin gerçek anlamıyla “hayati önemde”.

İşten atmaların yasaklanması, çalışan tüm kesimlerin mevcut maaşlarını almaya devam edeceği mekanizmaların kurulması, tüm işsizlere İşsizlik Fonu’nun derhal açılması, çalışması zorunlu olan işyerlerinde işçi sağlığı önlemlerinin en üst düzeyde alınması, ekonomiye ilişkin en temel yaşamsal taleplerimizdir. Temel acil taleplerimiz etrafında tüm emek örgütleri bir eylem planı doğrultusunda harekete geçmelidir.

Yorumlar kapalıdır.