Gelirlerimiz ipotek altında

Nisan ve mayıs ayında ekonominin iyice daralmasıyla, halk sağlığı yerine “yeni normal” adı altında ekonomiye öncelik vererek işçi ve emekçileri virüsle birlikte yaşamaya mahkûm eden iktidarın tek hedefi var: sermayenin kârlılığının artırılması. Haziran ayında bu hedefe dönük büyük bir kredi genişlemesine gidildi. Ekonomide tehlikeli hamleler yapmaya devam eden iktidar, gelirlerimizin ipotek altına alınması pahasına düşen talebi artırmanın peşinde.

Pandemiyle birlikte tüm emekçiler işsizlik ya da alım güçlerinin düşmesi tehlikesiyle karşı karşıya kaldı. Birçok işletmenin kapalı olmasıyla, özellikle tüm işçilerin yarısına yakınının çalıştığı hizmet sektörünün başta turizm olmak üzere tüm alanlarında küçülme yaşandı. Bu süreçte geniş işsizlik oranı yüzde 23 seviyesine geldi. Ekonominin ikinci çeyrekte yüzde 10 küçülmesi bekleniyor. Fakat kredi genişlemesi yüzde 30’a dayanmış durumda. Bir ülkenin kredi büyümesi ekonominin büyümesinden fazla ise orada kriz kaçınılmazdır. Mutlaka yaratılan balon patlar. Bu tablo karşısında kaynak yok diyen iktidara kaynağın var olduğunu bir kez daha söylüyoruz.

Merkez Bankası’nın (MB) para bastığını önceki yazılarımızda da söylemiştik. Pandemi sürecinde açıkladıkları paketlerin hiçbiri insanların çalışma koşullarını iyileştirme, iş güvencesi sağlama, borçluluklarını azaltma ya da ücretsiz sağlık hizmeti vermek gibi önemli alanlarla ilgili değildi. “Yardım” paketlerinin çoğunun kredi yoluyla dağıtıldığı görüldü. Şimdi de MB’nin bastığı paraları kamu bankaları (Ziraat, Halk, Vakıf) aracılığıyla kredi olarak dağıtıyorlar. MB tarafından fonlanan bankaların kredi vermesi işlemi de kaydî para yaratmaktır. Yani balon şişiyor. Faizlerin düşük tutulma çabası da (%8.25) kredi mekanizmasının genişletilmesi ile ilgili. Peki bu dağıtılan paralar ödenebilecek mi? Sırf talep artsın diye emekçilere düşük faizden (otomobil, turizm, konut, vb.) kredi vermek, dış finansmana ihtiyaç altında krediyle büyüme stratejisinin aynen devam ettiğini gösteriyor. 10 günlük tatil için 5 yıl, ev için 20 yıl borçlanmak… Ne pahasına?

Düşen talebi artırmak amacıyla işçi ve emekçilerin gelirlerini ipotek altına alıp onları uzun vadeli borçlandırmak yerine herkese güvenceli iş ve insanca yaşanılır bir ücret sağlamak gerekmez mi? Herkesten IBAN istemek yerine herkese temel düzeyde bir gelir sağlanabilir. Nasıl ki büyük patronların milyarlarca liralık vergi borçları silindiyse emekçilerin banka borçları da silinebilir. Kaynak var! Nasıl ki para yaratılabiliyorsa kaynak da yaratılabilir.

19 Haziran itibariyle Devlet İç Borçlanma Senetleri’nin yüzde 63’ü bankaların elinde. Bankalar devlete, hemen hemen herkes de bankalara borçlu. Bu durum kaynak olmamasından değil sermayenin düşen kârlılığını borçlanma yoluyla telafi etmek istemesinden kaynaklanıyor. Dış ve iç borçları birlikte düşünürsek bu borçların çevrilebilmesi için işçilerin gelirlerine uzun vadede el koymak gerekecek. Oysa ülkede cari açık ocak-nisan arası 13 milyar dolardı. Dışarı çıkarılan para ise 11,3 milyar dolar. Dolayısıyla bunların toplamı olan 25 milyar dolar buharlaşmış.

Demek ki elde avuçta ne varsa dışarıya gitmemesi için ekonominin işçi denetiminde yeniden yapılandırılması şart. Bu borçların yeniden yapılandırılıp ve büyük bir bölümünün silinip, hane halklarının bankalar tarafından sömürülmesine son vermek gerek. Bankaların kamulaştırılmasıyla devasa kaynaklar yaratılabilir. Hatta sadece kamu-özel ortaklığıyla yapılmış köprü, otoban, hastane, baraj gibi yapılar kamulaştırılsa bile Türkiye’deki her işçiye temel gelir sağlanabilir.

Verilen kredilerin kamu bankalarına geri dönememesi durumunda zarar yine hazineye, yani tüm emekçilere kesilecek. Kıdem tazminatının gaspı ve esnek çalışma koşullarının hayata geçirilmesi planı yapıldığı bir ortamda, iktidarın salgının tüm faturasını bir enkaz olarak işçilere yıkma planına karşı “kaynak var, yeter ki sermaye için değil, işçiler için kullanılsın” diyoruz.

Yorumlar kapalıdır.