CHP neden yeni bir umut olamaz?
Kemal Kılıçdaroğlu’nun CHP genel kongresince yeni genel başkan seçilmiş olmasıyla, siyasi arenada yeni bir dalgalanma gündeme gelmiş durumda.
CHP’nin son 15 yılına damgasını vurmuş Deniz Baykal’ın hayli çalkantılı bir sürecin sonunda da olsa yerini yeni genel başkana bırakmış olması, muhalefet partilerinden, TÜSİAD’a ve hatta solun çeşitli kesimlerine şimdiden tünelin ucunda ışık göründü havası yaratmış oldu. Seçim barajı tartışmalarından, Kürt sorununa yaklaşıma, tıkanan siyasetin açılması tartışmalarından, sosyal adaletçiliğe, Kılıçdaroğlu, ansızın AKP’ye karşı muhalefeti sağlı sollu birbirine teyelleyen bir figüre dönüşüverdi.
Tuhaf değil mi? Son 30 yıl boyunca işçi ve emekçileri sefalete ve geleceksizliğe sürükleyen politikaların yaratıcıları, şimdi CHP’nin gerçekte hiçbir zaman sahip olmadığı “Solcu köklerine dönüşünü” zil çalarak kutlama yarışına giriyorlar.
Diğer yandan, u güne dek yoluna herhangi bir muhalefet engeli olmaksızın devam edebilme lüksüne sahip iktidar partisi, şimdi kendisine balans ayarı yapabilecek yeni bir alternatifin tehdidi ile karşı karşıya. CHP önderliğinde gerçekleştirilen operasyon, aynı zamanda yeniden biçimlendirilen rejimin iç ve dış ihtiyaçlarıyla daha fazla uyumlu bir politik söylemin gündeme geleceğinin işareti.
CHP İle ilgili bilinmesi gerekli gerçekler
Cumhuriyetin kurucu partisi mührünü taşıyan CHP’nin sol, halkçı ve sosyal adaletçi bir parti olduğu yanılsamasıyla başlamakta yarar var. CHP gerçekte kapitalist dünya ekonomisiyle bütünleşmenin koşullarını yaratma hedefiyle yola çıkmış bir kadronun üzerinde yükseldiği bir burjuva parti olarak siyasi sahneye çıktı. Çeperi hayli dar bir burjuvazinin, askeri ve sivil bürokrasinin ve toprak ağalarının müttefikliğine dayalı ve devlet eliyle sermaye birikimi yaratmaya odaklı bir siyasi programa sahipti. Devletin uzun yeniden inşa dönemi boyunca bir tek parti diktatörlüğü kuran CHP’nin ekonomik programına damgasını vuran ise 1929 ekonomik bunalımı oldu. Ulusal burjuvazinin yetersiz sermaye birikimi, ulusal ve uluslararası koşulların yabancı sermayeyi ülkeye çekmek açısından elverişsiz oluşu ve özellikle de CHP’de temsil olunan mevcut egemen sınıf ittifakının gerekleri, devleti bir dizi kilit alana bizzat yatırım yapmaya, sanayi alanındaki bu kamusal yatırımlar aracılığıyla “devlet eliyle bir ulusal burjuva sınıfı yaratma” arayışına itmişti.
Yoksul emekçi yığınları gözetmek bir yana, esas olarak devlet kaynaklarıyla bir burjuvazi inşa etmeye dönük bu zorunlu ve geçici çizgi, ileriki yıllarda burjuvazinin yeni ihtiyaçları temelinde köklü bir biçimde değişecek olsa da, neredeyse bütün tarihi boyunca CHP’ye yapışmıştır. Partinin Sovyetler birliğinde uygulanan türden bir planlı ekonomiyi savunduğu yolundaki yanılsama, gerçekte batı kapitalizmiyle bütünleşmeyi hedefleyen aydınlanmacı ve ilerlemeci söylemle birleşmiş, 60 ve 70’li yıllar boyunca işçi hareketindeki uyanışı yolundan saptırmak amacıyla kullanılacak “solcu CHP hurafesine” kaynaklık etmiştir.
Oysa gerçek bambaşka ve işçi sınıfının öncüleri ve devrimciler geçmişte defalarca peşine takılarak güçlerini heba ettikleri bu hurafeler karşısında şimdi her zamankinden fazla uyanık olmak zorunda.
’60 ve ’70’li yıllar boyunca uyanışa geçen işçi hareketinin ve sol yükselişin karşısında “sol” bir dil kullanmaksızın tutunamayacağını gören CHP’nin kitle hareketlerinin saptırılarak düzen içine hapsedilmesinde hayati bir rol üstlendiği unutulmamalıdır.
Kılıçdaroğlu ve değişimin sınırları
“Dürüst, çalışkan ve emekten yana”olduğu iddiasındaki Kemal Kılıçdaroğlu’nun genel kongrede giydiği 500 liralık gömlek ve taktığı emekçi kasketinin ilk elde tartışma konusu olması nedensiz değil. Zira o her şeyden önce bir imaj pazarlamasının ürünü. 12 Eylül darbesinin ardından amansızca uygulanan yeni liberal saldırı politikalarının uygulayıcısı partilerin ülkede yarattığı yozlaşma ve sefaletin bir sonucu, temiz, alın teriyle ayakta kalan insan imajına duyulan susamışlığın trajik bir sonucu.
Kongre sonrasında fırtınalı tartışmalarla oluşturulabilen Parti Meclisinin yapısı da bize “Yeni” CHP’nin sınırlarıyla ilgili ciddi ipuçları sunmakta; geleneksel partililerle imamların, neoliberal unsurlarla, ulusalcıların hassas dikişlerle birbirine tutturulduğu bu bileşim, partinin kitlelerin süratle radikalleştiği 70’li yıllarda onların özlemlerini düzen içine hapsederek boğduğu türden bir siyasete hazırlanmakta olduğunun emarelerini veriyor. Ekonomik krizin yıkıntıları arasında işçi hareketinin canlanma ve tüm toplumun öncülüğünü üstlenme belirtileri gösterdiği bir dönemde, yeni CHP önderliği bir sünger misali bu enerjiyi emerek, radikal kopuş arayışlarını bertaraf etme rolünü üstleniyor.
Kılıçdaroğlu ve CHP, en büyük sınavını emperyalizm ve neoliberal burjuva demokrasisinin vazgeçilmez payandası olarak verecek. Bu, sınıf hareketinin bağımsız bir odağa dönüşmesi ve toplumun tüm ezilenlerini bütünleştirmesi ihtimaline karşı kaçınılmaz bir rüşt ispatı anlamına gelecek aynı zamanda.
Yazan: Murat Yakın, 02 Haziran 2010
Yorumlar kapalıdır.