Yükselen şovenizme karşı: Yaşasın emekçilerin birliği!
Geçtiğimiz hafta önce Bursa’nın İnegöl, ardından da Hatay’ın Dörtyol ilçelerinde olmak üzere Kürtler’e karşı gelişen/geliştirilen linç kültürünün iki örneğiyle karşı karşıya kaldık.
25 Temmuz günü MHP genel başkanı Devlet Bahçeli’nin İnegöl’ü ziyaretinin ardından, akşam saatlerinde bir Kürt minibüs şoförüne ülkücülerin saldırması sonucu başlayan olaylar kısa zamanda büyüdü ve faşistler İnegöl sokaklarında adeta Kürt avına çıkarak, Kürtler’e ait ev, araba ve işyerlerine ciddi miktarda zarar verdiler.
Ardından 26 Temmuz günü, Hatay’ın Dörtyol ilçesinde gerçekleştirilen bir silahlı eylem sonucunda 4 polisin ölümü Dörtyol’daki “duyarlı vatandaşların”, “meşru müdafaa” sergilemesinin önünü açtı. Emniyet binası önünde toplanan faşistler BDP binasını ateşe verip Kürtler’in evlerine ve işyerlerine saldırdılar.
Bu iki olay, son dönemde yükselen şovenizmin iki somut örneği, TC tarihinde yabancı olmadığımız, sadece yine, yeni ve yeniden karşımıza çıkan örnekler. Kürt halkı üzerinde devlet eliyle uygulanılagelmiş olan baskı, imha ve inkâr politikalarının faşist odaklarda bir yansıması olarak karşımıza çıkan örnekler. Peki, şovenist dalganın yeniden yükselişi neyin sonucu olarak karşımıza çıkmakta?
İlk başta karşımıza, AKP hükümetinin sözde demokratikleşme adı altında izlediği politikalar ve bu amaçla yürütmeye kalktığı “açılım” projesiyle Kürt halkının mücadelesini yok sayma, önderliğini tasfiye etme ve hareketi sönümlendirme çabaları çıkmakta. Kürt hareketini sindirmek istemenin kaçınılmaz yolu ise Kürt halkını hedef tahtasının ortasına yerleştirmekten geçiyor. Şu ana kadar ise, gerek politikaları gerekse de söylemleriyle amaçlarına ulaşabilmiş duruyorlar. Bu noktada muhalefet partilerinin izledikleri yol da, hükümetin Kürt sorununa uygulamaya çalıştığı “reçete” ile paralellik gösteriyor. Bir yandan CHP, Kürt sözcüğünü ağzına almadan “soruna” yaklaşabilmeye çalışırken, öbür yandan da MHP, OHAL çağrısı yaparak, kendi ezberini bozmadan ve alışılmışın dışına çıkmamaya özen göstererek şiddetin, linçin daha da arttırılmasını istiyor.
Tam da burada, anayasa tartışmalarıyla birlikte sözü edilmeye başlanılan, burjuvazi içerisinde iki farklı cephenin var olduğu çelişkisine değinmek gerekir. Burjuvazinin içerisinde iki farklı cephenin oluştuğunu savunanlar, konuya tam da AKP yandaşlığı ve AKP karşıtlığı noktasından yaklaşmaktalar ve buradan da burjuvazi içinde bir bölünmenin olduğu “varsayımına” ulaşmaktalar. Evet, burjuva odaklar sistemin sınırları içerisinde kendilerine daha fazla alan açabilmek adına bir egemenlik mücadelesi vermekteler ama karşılarına sistemin temellerini sarsabilecek bir durum çıktığında ağız birliği etmeleri kimseyi şaşırtmamalı. İş Kürt halkının mücadelesine, şovenizmin güçlendirilmesine, linç kültürünün beslenmesine geldiğinde burjuvazi tam takım olarak karşımıza çıkmakta.
Geçtiğimiz haftaki saldırılarla beraber hem burjuva siyasetçilerin söylemleri hem de burjuva medyanın olaya yaklaşımı bu güç birliğinin en açık göstergeleri. Birisi “galeyana gelen vatandaşların meşru müdafaası” derken, öteki “vatanını milletini seven hassas yurttaşların meşru ve mübah tepkileri” demekte. Siyasi partiler ve medya işbirliğiyle milliyetçiliğin sürekli pompalanması, toplum içerisinde şovenizme etkinlik kazandıran geniş bir alanın açılmasına neden oluyor. Bilinçlerde yaratılan bu bulanıklık ise emekçi kitleler arasında bölünmenin ve yalnızlaşmanın önünü açıyor. Kürt halkının mücadelesinin, emekçilerin mücadelesinden bağımsız olamayacağını, emekçilerin de Kürt halkı özgürlüğüne kavuşmadan gerçek bir eşitliğe ulaşamayacağını biliyoruz. Kürt halkı üzerindeki baskı ve imha politikalarına karşı, beslenen şovenizme karşı: Yaşasın emekçilerin birliği!
Yazan: Görkem Duru, 1 Ağustos 2010
Yorumlar kapalıdır.