Başbakan Erdoğan, Ahmet Şık hakkında hükmü verdi: Kitap değil bomba, gazeteci değil terör örgütü mensubu!

Başbakan Erdoğan 13 Nisan günü Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi (AKPM) Genel Kurulu’nda bir konuşma yaptı. Erdoğan’a konuşmasının ardından çeşitli konularda sorular yöneltildi. Sorulardan biri de Ahmet Şık’ın yayımlanmamış kitabı (İmamın Ordusu) ve tutuklanmasıyla ilgiliydi. Lüksemburglu parlamenter Anne Brasseur’un dile getirdiği, “İmamın Ordusu kitabı sansüre uğradı ve Ahmet Şık adlı gazeteci tutuklandı. Bunun nedenini açıklar mısınız?”sorusuna Başbakan Erdoğan’ın verdiği cevap şöyleydi:

“Bombayı kullanmak suçtur ama bombanın hazırlanmasındaki malzemeleri kullanmak da suçtur. Diyelim ki bir yerde bombanın kullanılmasında ne varsa, fitilinden ta diğer maddelerine varıncaya kadar ne varsa bunun ihbarı gelmişse, güvenlik güçleri gidip bunları toplamaz mı, almaz mı? Çünkü bu da bir suç teşkil etmektedir. Gider onları alır. Burada da eğer daha önce gelmiş belgeler ve bilgiler içerisinde bu tür hazırlıkların olduğu varsa, yargı da bununla ilgili kararını vermiştir ve güvenlik güçlerimizden ‘şu adreste böyle bir hazırlık vardır, gidin bu hazırlığı alın gelin’ demiştir. Bu hazırlık daha sonra internet sitelerine kitap olarak adeta girmiştir ve internet sitelerinde de bunun içinde neler olduğu ortadadır. Bu gerçekleri herhalde görmek isabetli olacaktır diye düşünüyorum.”

Bu cevapla Başbakan Erdoğan’ın kendisi için bir kitapla bomba arasında fark olmadığını, Ahmet Şık’ın yayımlanmamış kitabının bir bomba niteliği taşıdığını net bir şekilde ifade ettiğini görüyoruz.

Kuşkusuz Başbakanın bu açıklaması; hem ilk günden itibaren gözaltı ve tutuklama kararınının Ahmet Şık’ın yayımlanmamış kitabıyla hiçbir ilgisinin olmadığını dile getiren hakim ve savcıların, hem de AKP taraftarlığı su götürmez gazeteci-yazar tayfasının tekzip edilmesidir.

Tekrarlamakta fayda var; Başbakan, “Evet, Ahmet Şık İmam’ın Ordusu adlı kitabı nedeniyle tutuklanmıştır” demiştir.

Dolayısıyla Başbakan Erdoğan’ın, “Bu, yürütmenin yapmış olduğu bir eylem değil, yargının almış olduğu bir karardır.” demesinin hiç bir inandırıcılığı ve anlamı yoktur.

Erdoğan’ın konuşmasının devamındaki sözleri ise durumu sadece daha da dramatik hale getirmektedir:

” (…) Hep işimize geldiğinde bağımsız yargıdan bahsediyoruz, bağımsız yargıyı her yerde savunuyoruz ama Türkiye’ye gelince, Türkiye’de bağımsız yargı istemiyorsunuz. Ya? Yürütmeye bağımlı bir yargı istiyorsunuz. Kusura bakmayın yürütmeye bağımlı bir yargı yok. Bağımsız bir yargı var, bağımsız yargı da görevini yerine getiriyor. Olayın aslı budur.”

Görüldüğü üzere Başbakan iki satır arayla birbiriyle taban tabana zıt iki görüş beyan etmektedir. Birinci cümlede Ahmet Şık’ın suçlu olduğunu ilan ederken (çünkü aksi durumda en azından Cumhurbaşkanı Gül’ün yaptığı gibi demokrasi adına kaygı duyduğunu ama yargının kararını da beklemek gerektiğini ifade etmesi gerekirdi) ikinci cümlede ise yargının işine karışılmamasını (bizzat kendisi o an bunu yapmasına rağmen) söylemektedir. Bu gerçekten ibretlik bir durumdur.

Bu kadar laf kalabalığı bir yana tek gerçek, Başbakan Erdoğan’ın hükmünü verdiğidir: Kitap değil bomba, masum değil suçlu, gazeteci değil terör örgütü mensubu!

Erdoğan’ın demokratlığı duran saate benzer

Başbakan Erdoğan ne söylerse doğru söyler tayfası için tabii ki ortada bir sorun yok. Vazifeleri Erdoğan’ın her söz ve hareketine anlam icat etmek olan bu tayfanın felsefesi bellidir: Sen dünyaya değil, dünya sana ayak uydursun!

Tam de bu nedenle, normal koşullarda bir kişinin siyasi kariyerini sonlandırması gereken, “ha nükleer reaktör, ha tüp!” açıklaması, sırf Başbakan Erdoğan söylediği için mucidimsi bir muameleyle pazarlanmaya çalışılmadı mı?

Ama bu kadar mı? Hatırlayalım!

Çevresel kıyıma yol açtığı için hidro elektrik santrallerine (HES) karşı çıkanlara, “vatan haini” diyerek haykıran;

Demokratik tepkilerini dile getirmek isteyen Kürtleri, “kadın da, çoçuk da olsalar gözyaşlarına bakmayız” diyerek tehdit eden;

Asgari ücreti yetersiz bulan işçilere, “sokaklarda yarı ücrete çalışacak milyonlarca işsiz var” diyerek kapıyı gösteren;

1 Mayıs haklarını kullanmak isteyen emekçilere, “ayakların baş olduğu nerede görülmüş?” diyerek meydan okuyan;

Yüzde 10 barajı anti-demokratik diyen muhalefete, “barajla demokrasinin ne alakası var?” diyerek dalga geçen kişiden bahsediyoruz…

Ucube bir demokrasiden dönüş her zaman mümkündür

Yine de, Başbakan ne eylerse doğru eyler tayfası, içki zıkkımlanmaktan kadınların en az üç çocuk yapmasına, zinadan heykel yıkıcılığına giden söz ve eylemleriyle kara bir performansa sahip Başbakan’dan demokrat icat etmek istiyorsa bunun yolunun cambazlıktan değil adil, eşit, tutarlı ve kararlı olmaktan geçtiğini bilmelidir. Nihayetinde demokrat olmak deveye hendek atlatmaktan çok daha kolaydır.

Unutmayalım ucube bir demokrasiden dönmek her zaman mümkündür. Ahmet Şık ve Nedim Şener gibi (sayısı Başbakana göre 26, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’ne göre 68 olan) tutuklu ve hükümlü gazetecilerin derhal özgür bırakılması ilk adımdır. Bu ilk adım diğer anti-demokratik uygulama ve engellemelerin de birer birer aşılması-giderilmesi açısından temel olacaktır.

Yorumlar kapalıdır.