Kötünün iyisine razı değiliz!

Türkiye 30 Mart yerel seçimlerinin ardından bu kez Cumhurbaşkanlığı seçimi için sandık başına gitmeye hazırlanıyor. Bir rejim krizine dönüşen 2007 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ardından gerçekleştirilen referandum ile cumhurbaşkanının halkoyuyla seçilmesi yasalaşmıştı. 10 Ağustos tarihinde ilk turu gerçekleştirilecek seçimler yedi yılın ardından ilk kez uygulanacak. Bu yanıyla temsil açısından devletin en tepesinde bulunan kişi ilk kez doğrudan halkoyuyla belirlenmiş olacak. Bununla birlikte rejim içi çatışma ve kriz dinamikleri açısından 2014 cumhurbaşkanlığı seçimleri -seçim yöntemi değişmiş olsa da- 2007’nin bir tekrarı olmaya aday gözüküyor. Başbakan Erdoğan’ın üzerindeki sayısız şaibe bir yana seçimlere başbakan olarak giriyor olmasının işaret ettiği politik/kurumsal yozlaşma ve seçilmesi halinde Anayasa’yı -en aşırı ölçülerde kullanacağını ilan ettiği yetkiler çerçevesinde- deleceğini söylemesi bu duruma işaret ediyor. Diğer bir ifadeyle Erdoğan, halkın doğrudan seçtiği cumhurbaşkanı Anayasa’nın da üzerindedir, Anayasa dahil tüm kurum ve yasalar bu yeni duruma uygun hale getirilmelidir, her şey ve herkes bana uyacak, demektedir.

Kuşkusuz halkın iradesi adil, eşit ve engelsiz bir şekilde gerçekleşiyor olsaydı Başbakan Erdoğan’ın bu iddiasının rejimin dönüşümü çerçevesinde bir anlamı olabilirdi. Oysa yüzde 10 barajıyla ve sayısız yasal, kurumsal engelle toplumsal iradenin bir bütün olarak tezahür etmesinin önü zaten kapatılmış durumda. Bu yetmezmiş gibi cumhurbaşkanlığı seçimi de bu adaletsiz düzenin üzerine inşa ediliyor. Örneğin en az 20 milletvekilinin desteği olmaksızın hiç kimsenin aday olma hakkı yok. Bir şekilde aday olunduğunda ise Demirtaş ve İhsanoğlu örneğinde görüldüğü üzere halka ulaşmak için çok farklı kanallar bulmak zorunlu. Çünkü devlet televizyonlarına, radyolarına, ajanslarına göre sadece tek aday var; o da Erdoğan! Erdoğan dışındaki hiçbir aday bu mecralarda kendine yeterince yer bulamıyor. Buna rağmen Erdoğan ve hükümeti halen mağdur edebiyatı yapmaya da devam ediyor. Kısacası kendi çalıp oynamayı adet edinen bu arsız anlayış, her açıdan yozlaşmayı ve çürümeyi ısrarla temsil etmeye devam ediyor.

Türkiye işçi sınıfının, emekçi yoksul halkların bütün dertleri, sorunları bitti; geriye bir tek cumhurbaşkanını halkın seçmesi mi kaldı? Yukarıda da ifade ettiğimiz üzere halkın özgür iradesiyle, gerçekten istediği, güvendiği kişiyi seçmesi zaten söz konusu değil; bu büyük bir yalan. Ortada bir emr-i vaki var. Seçmek, öncelikle seçmek istediğini belirleyebilme hakkıdır. Belirleyebilmek özne olmaktır. Tepeden inmez, tabanda şekillenir ve hayat bulur. Mevcut tablo bunun tam aksidir. Lakin tersi olsaydı da durum değişmezdi. Türkiye’nin acil ve temel ihtiyacı -ister İslamcı, ister laik, ister demokrat olsun- 76 milyona çobanlık yapacak bir lider belirlemek değildir. Bunun böyle olduğunu söyleyenler kişisel/sınıfsal çıkar peşinde olan burjuva güçlerdir. Avantajlı durumda olmadıkları için bugün Erdoğan’a karşı görünen patronlar da dahil olmak üzere hiçbiri emekçi yoksul halkların durumuna aldırış etmemektedir. Erdoğan’ın olabilecek en kötü aday olması işin ayrıntısıdır. Daha “iyi” bir aday da olsa bu durum Türkiye işçi sınıfının, emekçilerinin, yoksul halklarının acil ve temel ihtiyacının; emek eksenli adil, eşit, özgür ve işçi demokrasisine dayalı, katılımcı ve kolektif bir yönetim olduğunu ortadan kaldırmayacaktır.

Türkiye’nin dört bir yanında, hemen her işkolunda, irili ufaklı yüzlerce işyerinde, on binlerce işçi, emekçi daha iyi yaşam ve çalışma koşulları için mücadele halinde. Soma katliamının üzerinden iki ay geçti ve hiçbir şey değişmedi. İş cinayetlerinde ölen emekçilerin sayısı son yedi ayda Soma’yı üçe katladı. Güvencesiz, örgütsüz, üç kuruşa çalışma devlet dahil tüm işyerlerinde egemen durumda. Hakkını arayanlar en ağır baskı ve şiddete maruz kalmakta. Katlanılmaz noktalara varan bu bataklıktan çıkış için bu çerçevede öncelikle barajsız, engelsiz, eşit ve adil seçimler yapılmalı; bir kurucu meclis oluşturulmalı; emek ekseni üzerinde yükselen, adalet ve eşitlik temeline dayanan, demokratik, laik ve özgürlükçü bir anayasa başta olmak üzere tüm yasal ve kurumsal dönüşümler bu kurucu meclis zemininde gerçekleştirilmeli. Hiçbir seçim ya da aday Türkiye işçi sınıfına ve emekçi yoksul halklara bundan daha fazla hizmet edemez.

Yorumlar kapalıdır.