Hitler başkanlığı (!): Gaf mı, korku mu?

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın başkanlık sistemine ilişkin olarak Hitler Almanya’sını örnek göstermesi dünyada ve Türkiye’de epey yankılandı. Erdoğan taraftarları mevcut gafı topralamak için, örneğin olumsuz olarak ortaya koyulduğunu ifade ederlerken haberlerden cümleyi silmeye başladılar.Erdoğan karşıtları ise, Erdoğan’ın gönlünde yatanın bir Hitler Almanyası olduğunu ima eden yazıları ve fotoğraf galerilerini yayınladılar. Dünya işçi sınıfı ise izlediği haberi; “Duydunuz mu Türkiye Cumhurbaşkanı ne demiş?” deyip şaka konusu haline getirdi.

Bunlar olurken Erdoğan’ın sözlerinden hiçbir sonuç çıkaramayan bir kesim vardı: Alman işçi sınıfı. Onun tepkisi şu oldu: “Hitler başkan falan değildi ki!”

Erdoğan’ın bilinçaltı mı, yoksa bilgi eksikliği ve bozuk Türkçesinin yeni bir oyunu mu bilinmez. Ama biz iyi niyetli davranıp başkanlık sisteminin kötü bir örneğini verdiğini düşünelim ve Hitler’in Führerlik serüvenini inceleyelim:

8-9 Kasım 1923 günlerinde Hitler, İtalyan kardeşi faşist Mussoluni’yi taklit ederek, 600 kişilik silahlı çetesi ile Münih’te bir yürüyüş düzenledi. Hedefi Bavyera hükümetini yıkmaktı. Ancak başarılı olamadı. Söylenceye göre tam intiharı düşünmekteyken apar topar yakalanıp tutuklandı. Bu başarısız darbe girişimi Bürgerbräukeller isimli bir birahanede başladığı için tarihe “Birahane darbesi” olarak geçecekti.

20 Mayıs 1928 seçimlerinde %2.6 olan Nazi oyları, Alman Komünist Partisi’nin yanlış politikalarının da katkısı ile 14 Eylül 1930 seçimlerinde %18.3’e ulaştı. I. Dünya Savaşı’nın ardından imzalanan Versay anlaşmasının olumsuz koşulları Alman küçük burjuvazisini neredeyse topyekun bir umutsuzluğa itti. (Bu noktada kötü bir barış olmadığını düşünen samimi dostlarımıza Versay’ı son derecede kötü bir barış örneği olarak gösterebiliriz.) Bunun sonucu olarak 31 Temmuz 1932’de oyların yaklaşık %37’sini alarak bu kez birinci parti oldu. Hükümetinin kurulamamasının ardından, 6 Kasım 1932’de yeniden seçimlere gidildi. Naziler’in oyları %33.1’e gerilemesine rağmen yine 1. parti konumundaydılar. Alman işçi sınıfından çok korkan Hitler, bir genel grevi engellemek ve tüm solu ezmek maksadıyla bir tuzak kurdu. İktidara giden kapı 27 Şubat 1933 günü açıldı. Gestapo’nun kurucu liderlerinden Hermann Göring’in organizasyonu ile parlamento binası yakıldı. Bu gerçeğin belgelenmesine rağmen sanık olarak komünistler tutuklandı. Erken seçime gidilerek Naziler hariç herkese propaganda yasağı getirildi. 5 Mart 1933’deki adaletsiz seçimlerle Nazilerin oyları %43.9’a çıktı.

23 Mart 1933 gününde 81 komünist parlamenter parlamentoyu yakmak ithamı ile halihazırda tutuklu iken, Hitler’in polis teşkilatı tarafından sosyal demokratlar da parlamentoya alınmadı. Parlamentonun tüm yetkisinin hükümete devredilmesi oylaması o gün yapıldı ve tabii ki olumlu sonuçlandı. Paul von Hindenburg’in cumhurbaşkanlığı fiiliyatta sembolik bir statüye indirgendi. Cumhurbaşkanının ölümünün ardından cumhurbaşkanlığı ve şansölyelik yetkilerinin birleştirilmesi ve bu yetkinin Hitler’e devredilmesi 2 Ağustos 1934 günü oylandı. Büyük bir baskı altında geçen bu seçimde Evet oyları %89.9’a tekabül ediyordu. “Führer und Reichskanzler” makamı ise tarihe bir diktatörlük olarak düşecekti. Halk içerisinde de Hitler başkan falan değil, Führer olarak bilinmeyi tercih edecekti. Başkanlık yalnızca yenilgi sonrasında mahkemelerdeki umutsuz bir meşruiyet savunusu olarak kullanılacaktı.

Başkanlık sistemine kesinlikle karşı olan işçiler topluluğu olarak Erdoğan’ın bu örneği karşısında Alman işçi kardeşlerimizin şaşkınlığını yaşıyoruz. Hitler için iyi ya da kötü bir başkanlık sistemi örneği sunamayız. Çünkü O bir başkan değil tüm yetkileri kendisinde toplayan bir diktatördü. Kendisine de başkan değil Führer (lider) dedirtmeyi tercih ediyordu.

Kesin olan tek şey şu ki, başkanlık sistemini öneren Erdoğan neyi istediğini çok iyi bilse de, nasıl ifade edeceğine dair ciddi bir karmaşa yaşamayı sürdürüyor. Bu da bilgi eksikliğinin ötesinde büyük bir korkuyu işaret ediyor.

Yorumlar kapalıdır.