‘Hürriyet Müsavat Uhuvvet!’ ve Temmuz grevleri

108 yıl önce bu ay İkinci Meşrutiyet ilan edildi. 23 Temmuz 1908 devrimi, bu memleketin gördüğü ilk burjuva devrimidir. Büyük umutlarla başlayıp kısa sayılabilecek bir sürede büyük bir hayal kırıklığına, bir baskı rejimine dönüşmüştür. Temel tarihsel-toplumsal görevlerini yerine getiremeden sönüp gitmiş olsa da, yaptıkları ve yapamadıklarıyla ardından gelenleri etkileyen, tarihimizin dönüm noktalarından biridir. Kısa da olsa, demokrasinin ucunu gösterdiği tarihsel bir dönemdir. Büyük Fransız Devrimi’nden devraldığı ‘Hürriyet, Müsavat, Uhuvvet!’ (özgürlük, eşitlik, kardeşlik) şiarıyla Osmanlı’nın bütün ilerici, devrimci unsurlarının yüreğinde güçlü umut rüzgârları estirmiştir. Onlarca yıl Abdülhamit despotizmine karşı savaşan, bazen birbirlerini boğazlayan farklı milliyetlerden ulusal kurtuluşçuları, çetecileri, komitacıları bile ilk başlarda anayasa ve hürriyet aşkıyla yan yana getirmiş; halkların, kısa bir süre için dahi olsa, kardeş olduklarına inanmalarını sağlamıştır. İkinci Meşrutiyet, çeşitli uluslardan ilk sosyalist milletvekillerinin ve partilerinin Meclisi Mebusan sıralarında yer aldığı, kürsüye çıkıp ‘nutuk irat ettiği’, sosyalizmi izah etmeye çalıştığı, emekçi ve kadın hakları için kanun teklifleri verdiği, Selanik’te İkinci Enternasyonal üyesi ve de çok milletli bir Sosyalist İşçi Federasyonu’nun kurulduğu bir tuhaf dönemdir!

Devri Hürriyet’te işçi sınıfı

Meşrutiyete ‘Devri Hürriyet’ de denirdi. Bu hürriyet özlemi elbette herkes gibi işçi ve emekçileri de etkilemişti. Yarı sömürge bir ülkedeki geri ve güçsüz kapitalizmin eseri olan işçi sınıfı, bütün ‘cılızlığına’ rağmen, onca yıllık ezilmişliğe, baskıya ve sömürüye karşı tepkisini, bütün ‘Devleti Âliye’ sathına yayılan bir grev dalgasıyla gösterdi.

31 Temmuz’dan, yani devrimin birinci haftasından başlayarak ağustos-eylül ayları boyunca, hatta aralık ayına kadar İstanbul, Selanik, İzmir, Beyrut, Midilli, Varna, Samsun, Üsküp, Dedeağaç, Aydın, Gevgeli, Kavala, Drama, Eskişehir, Ankara, Konya, Zonguldak, Ereğli, Mitroviça, Zibeftçe, Şam, Rayak, Halep, Balya, Ergani, Hereke, Manastır, Ksanti, Adana, Foça, Kudüs gibi yerlerde hemen her işkolunda onbinlerce işçi ve memur, (Sadece belgelenen grevci sayısı 30 bin.) çok sayıda işyerinde greve gitti. Emekçiler, esas olarak daha yüksek ücretler, daha iyi çalışma koşulları, özellikle de 14-16 saati bulan günlük çalışma süresinin 8-9-10 saate indirilmesini talep ediyorlardı. Grevler sürerken yerli ve yabancı patronlar, hükümetten önlem almasını istediler. Tabii bununla da kalmayıp grevcileri işten çıkartıp yerlerine daha düşük ücretle işçi aldılar, hatta kimi yerlerde lokavta gittiler. ‘Devrim hükümeti’ de onlardan aşağı kalmadı. Grev kırıcıların çalışmasını engelleyen işçiler tutuklandı, hakları için gösteri yapan işçiler, asker ve polis marifetiyle zor kullanılarak dağıtıldı. Fransızlar tarafından işletilen madenlerdeki eylemi sona erdirmek için Zonguldak’a gemiyle asker çıkartıldı. Grevlere ve protesto eylemlerine müdahaleler sırasında ölenler ve yaralananlar oldu. Grevleri bastırmak ve yabancı sermayeye gerekli güvenceleri vermek ve sosyalist düşünce ve eylemin sendikalar aracılığıyla “aziz vatanımıza” sızmasını önlemek amacıyla önce 8 Ekim 1908’de Tatili Eşgal Kanunu Muvakkati (geçici grev yasası), ardından da 9 Ağustos 1909’da Tatili Eşgal Kanunu çıkarıldı. Sosyalist Bulgar ve Ermeni mebusların şiddetle karşı çıktığı kanun, hükümetten imtiyaz (ayrıcalık) alınarak faaliyet sürdürülen demiryolu, tramvay, liman ve genel aydınlatma hizmetlerini kapsıyordu. Yani tam da yabancı sermayenin elindeki kamu hizmetlerini. Bu işkollarında öyle ha deyince greve gidilemeyecekti! Grevi zorlaştırmakla birlikte grev yasağı getirmeyen kanun, belirtilen kurumlarda sendika yasağı getirdi, buralarda daha önceden kurulmuş sendikaları da yasakladı. Görüşmeler sırasında Dahiliye Nazırı Ferit Paşa, ‘Sermayedarânı daimi surette tehdit altında bulunduracak sendikaların teşkili muzırdır’ vecizesini yumurtlamıştı! Kanun, binlerce işçinin katılımıyla önce Selanik’te, ardından da İzmir, Kavala, Drama ve Edirne’de yapılan işçi mitingleriyle protesto edildi. İttihat ve Terakki, işçi hareketini, yabancı ve yerli patronların çıkarlarını korumak amacıyla ezmeye kararlıydı.

Çavdar ekmeğinden bahaneler!

Bazen kimi solcuların biraz da sonraki ‘Cumhuriyet’i korumak ve kollamak’ amacıyla, bu baskının gerekçesi olarak ‘Efendim o zaman bir işçi sınıfı bile yoktu, sosyalizm için şartlar olgun değildi dediklerini duyarız. Yani, tam da ‘Olsa, dükkân senin!’ misali! Oysa kimseye ‘İttihatçılar veya Cumhuriyetçiler neden sosyalizmi kurmadılar?’ falan diye sormuyoruz! Ayrıca meselenin işçi mücadelesine ilişkin bölümünün, memleketteki işçi sayısının azlığından ziyade sınıfın sosyal, siyasal ve örgütsel ağırlığının çok ama çok yetersiz olmasından kaynaklandığını da biliyoruz. Buradaki meselemiz, yeni efendilerin, kapitalizmin yolunu açmak için işçi sınıfını ezmeleri, onun hak ve özgürlüklerine ve de ‘demokrasiye’ karşı düşmanca bir tutum takınmalarıdır. Meşrutiyetçilerin birçok konuda bulanık olan zihinleri, temel ekonomik ve sınıfsal tercihler konusunda pırıl pırıldı. O nedenle bahane aramanın hiç lüzumu yok!

Temmuz Devrimi, sadece işçi sınıfının sorunlarını değil, siyasi demokrasi sorununu, köylü ve tarım sorunlarını ve ulusal sorunu (veya sorunları) da çözemedi. Başımıza, hâlâ ortalıkta sürünüp duran bir yığın ‘burjuva demokratik’ dert bırakarak tarihe karıştı. Böylece, Balkanlar’dan başlayarak tüm Şark’ı etkileyebilecek demokratik bir uluslar federasyonu yaratma fırsatı da uçup gitti. Olsun devrim yine de devrimdir; o halde bir kere daha:

Yaşasın hürriyet-müsavat-uhuvvet!

Not: Bilgiler Türkiye Sendikacılık Ansiklopedisi’nden.

Sandanski diyor ki!

Osmanlı devletine karşı ulusal kurtuluş mücadelesi veren İç Makedonya-Edirne Devrimci Örgütü’nün sosyalist kanat liderlerinden ve solcu Serez grubunun önderi Yane Sandanski, 23 Temmuz devriminin kalbi Makedonya’da Meşrutiyet’in ilanının ardından yayımladığı ‘İmparatorluğun Tüm Uluslarına Manifesto’da şöyle diyordu:

‘…Görmüş geçirmiş vatanımız, yeniden doğuşunu kutluyor…

Genç Türk kardeşlerimizin devrimci çağrısı, çok çekmiş halkın ruhunda sevinçli bir yankı buluyor.

Türk vatandaşlarım:

Siz halkın büyük çoğunluğunu oluşturuyorsunuz; bu yüzden ortak düşmanın zulmünü en çok siz hissettiniz. Kendi Türk İmparatorluğunuzda Hıristiyan vatandaşlarınızdan daha az köle değildiniz.

Sevgili Hıristiyan vatandaşlar:

Tüm Türk halkının zorbalığının sizin acılarınızın kaynağı olduğuna inandığınızda, siz de az aldatılmadınız…

Vatandaşlar!

…Belki resmi Bulgaristan tarafından, özgürlükçü gelişmesini başlatabilecek Türk halkıyla birlikte ortak mücadelenize karşı yapılan canice ajitasyonun sizi etkilemesine müsaade etmeyin!.’*

Ne diyelim, ağzına sağlık Yane Sandanski.

*Makedonya Sorunu. Fikret Adanır.

Yorumlar kapalıdır.