Seçimler ve sınıf politikası

31 Mart yerel seçimlerine giderken düzen partileri arasında kıran kırana geçen pazarlıklara tanıklık ettik. Cumhur İttifakı cephesinde önce ipler kopar gibi oldu, ardından pazarlıklar yeniden başladı ve başta büyükşehirlerde olmak üzere ortak adaylar göstermek için anlaşmaya varıldı. CHP ve İYİ Parti arasında da başta İstanbul, Ankara ve İzmir olmak üzere pek çok ilde ortak aday çıkarmak yönünde uzlaşmaya varıldı.

Pazarlıkların oldukça çetin geçmesi pekâlâ anlaşılabilir bir durum. Bunun ilk nedeni, belediyelerin düzen partileri açısından birer rant yuvası olarak görülmesi ve bu partilerin yereldeki temsilcilerinin, özellikle de ekonomik kriz döneminde, bu kaynaklara dönük güçlü ihtirasları. İkincisiyse, önümüzdeki seçimlerin klasik bir yerel seçim olmaktan çıkıp Tek Adam rejiminin ve onun politikalarının oylanacağı bir seçim niteliği kazanmış olması. Bunu en özlü biçimde Bahçeli “Ankara, İstanbul gibi büyük kentlerin kaybedilmesi başkanlık rejiminin meşruiyetinin sorgulanmasını getirebilecektir” sözleriyle ifade etmişti.

Tek Adam rejiminin yoğun baskı politikaları altında ve ekonomik krizin giderek derinleştiği bir dönemde, belediyecilik sorunlarının odakta olduğu bir seçim sürecinin gerçekleşmesi herhalde hiç kimsenin beklentisi değildi. Düzen partileri bunun fazlasıyla farkında olarak seçim stratejilerini oluşturdular. AKP-MHP ittifakı büyükşehirleri kazanarak ve oy oranlarını koruyarak, hem belediye rantlarının denetimini sürdürmeyi hem de Tek Adam rejiminin yeni bir güvenoyu almasını hedefliyorlar. CHP-İYİ Parti ittifakı ise, Tek Adam rejiminin baskıcı ve işçi düşmanı politikalarını karşısına almayan, “ılımlı” söylem ve adaylarla Saray’a karşı biriken öfkenin kendilerine oy biçiminde tahvil olmasını umuyor. Bu ittifakın İstanbul adayının sağ kökenli bir müteahhit, işadamı olması, Ankara adayının ise geçmişte MHP’den belediye başkanlığı yapmış bir kişi olması, bu tabloyu yeterince özetliyor.

Bunun karşısında, işçiden, emekçiden, ezilen halklardan yana partilerin seçimlere, düzen partileri gibi temsil ettikleri kesimlerin çıkarları doğrultusunda hazırlandıklarını söylemek ne yazık ki mümkün değil. Bütün belediyelerine kayyumların atandığı, belediye başkanlarının ve milletvekillerinin tutuklandığı, Erdoğan’ın yeniden seçilmeleri durumunda derhal kayyum atamakla tehdit ettiği bir ortamda, HDP yerel seçimlere oldukça pasif bir biçimde, düzen içindeki çatlaklardan olumlu bir gelişme arayarak giriyor. AKP ile MHP arasındaki gerilimlerin arttığı zamanda “müzakerelere yeniden dönülmesi” beklentisini gündeme getirirken, Saray ittifakı içinde uzlaşma sağlanmasının ardından, Batı’da CHP-İYİ Parti adaylarını destekleyebileceğini açıklıyor. İşçi sendikaları ve sosyalist partiler ise, CHP ve HDP’nin alacağı tutumu izlemekten öte bir politika geliştirmeye yanaşmıyor. Bu durum, emekçilerin hoşnutsuzluğunun arttığı bir dönemde, Saray partilerinin alternatifi olarak Millet İttifakı’nın burjuva partileri dışında bir seçeneğin yükseltilmesini dışlıyor. Böylelikle, iki burjuva ittifak arasındaki sahte kutuplaşma üzerinden emekçilerin sınıf politikalarının yükseltilmesi ve bir sınıf alternatifinin inşa edilmesi fırsatı “ehven-i şercilik” anlayışına tercih ediliyor.

İşçi Demokrasisi Partisi olarak, hem krize karşı ortak mücadele kampanyasında hem de sosyalist partilerle yaptığımız görüşmelerde, ne kadar mütevazı da olsa, emekçileri “kötünün iyisine” mahkum etmeyecek, sınıf politikasını ve seçeneğini yükseltecek bir seçim politikası oluşturulması çağrımızı ısrarla yaptık ve yapmaya devam ediyoruz. Önümüzdeki dönemde de, işçiden, emekçiden, demokratik haklardan yana olan adayların olduğu her yerde, bu adayları destekleyerek Tek Adam rejiminin baskıcı, işçi düşmanı politikalarına karşı işçi sınıfının taleplerini ve sosyal bir belediyecilik programını yükseltmeye devam edeceğiz.

Yorumlar kapalıdır.