Asgari ücret sürecinin sendikalar açısından tehditleri ve fırsatları

Ekonomik kriz ve enflasyon sebebiyle asgari ücrette son bir yıldır gerçekleştirilen göstermelik “yüksek” artışlar (göstermelik çünkü alım gücünün düşüşü sürüyor), bir bütün olarak toplu iş sözleşmesi düzenini tehdit ediyor. Yaklaşmakta olan yeni artış da, TİS kazanımlarının tehdit altında olması durumunu derinleştirecek.

Aralık ayında tespit edilecek olan yeni asgari ücretle beraber, Türkiye’de çalışanların büyük bir çoğunluğu asgari ücretle çalışmaya başlayacak. Eskiden birkaç yıldır aynı işletmede çalışan bir işçi asgari ücretin 2-3 katını kazanabilirken, bugün sendikalı veya sendikasız, eski veya yeni çalışan olsun, bütün ücretler birbirlerine yaklaşmış durumda.

Özetle, asgari ücretin tespiti, Türkiye’nin en büyük TİS süreci haline gelmiş durumda.

Bunu, asgari ücretin artık Cumhurbaşkanı tarafından açıklanmasından da anlıyoruz. Eskiden bu ücret Çalışma Bakanı, ondan önce de Çalışma Genel Müdürü tarafından açıklanırdı.

Rejim ve patronlar, bütün işçileri asgari ücret seviyesine yaklaştırarak, işçilerde, aslında ücretlerini yükseltmek için bir sendikaya ihtiyaç duymadıkları yanılgısını yaratmaya çalışıyor. Ancak bu doğru olmadığı gibi, bu beklentinin sonuç vermesi de olası değil.

Neden? Çünkü ücretler eşitlenmeye yaklaştığı için, örgütlenerek işini kaybetmekten korkan bir işçi, artık işini kaybetme kaygısı yaşamamaya başlıyor. Bir işyerinde 10 yıldır çalışan bir işçiyi düşünelim: 10 yıldır burada çalışıyor olması nedeniyle bu işçinin ücreti, hem yeni girişli işçilerden fazla olacaktı hem de içeride birikmiş kıdemi olacaktı. Bu haklarını, tazminatsız işten çıkarılarak kaybetmek istemeyeceği için, sendikalaşmaya uzak duracaktı.

Ancak bu durum bugün ekonomik krizle tersine döndü. İlk olarak, asgari ücret artışı işyerlerindeki farklı kademedeki ücretleri birbirlerine yaklaştırdı. İkincisi, asgari ücret artışının yanında 15 bin liralık kıdem tavanı komik bir meblağ olarak gözükmeye başladı. Kıdem tavanı asgari ücretin 7,5 katı olması gerekirken, 12 Eylül Darbesi bunu 15 bini lirada sabitlemişti.

Bu, Türk kapitalizminin nitelikli işgücüne ihtiyaç duyduğu ve bir işçinin girdiğinde içinde yıllar boyunca çalıştığı fabrikalar ile işyerlerinde sendikal örgütlenmelerin başarıya ulaşması için önümüze tarihsel bir fırsat çıkarıyor. Zorlu’nun Manisa’da bulunan 36 bin işçinin çalıştığı Vestel fabrikasında Türk Metal’in sendikal çoğunluk tespitini almış olması, tam da bahsettiğimiz bu dinamikle alakalı.

Rejim ve patronlar, ekonomik krizi sendikasızlaşmayı yaymak için kullanmayı planlıyordu. Ancak kendi silahlarını onlara karşı kullanmak mümkün. İşçiler arasındaki ücret ve sosyal hak ayrımlarının silikleştiği bir dönemde, Türkiye tarihinin görmüş olduğu en kitlesel sendikalaşma mücadelesinin zeminini yaratmak mümkün.

Yorumlar kapalıdır.