İşçi Demokrasisi Partisi deprem bölgesinde, Hatay’daydı

İşçi Demokrasisi Partisi olarak, üyelerimizden ve dostlarımızdan topladığımız yardımı Hatay’da yardımın henüz ulaşmadığını bildiğimiz üç bölgeye iletmek adına dört yoldaşımızla yola çıktık. Aracımız jeneratör, konserve gıda, gıda pişirmeye elverişli olan bir köy için kuru gıda, ilk yardım malzemeleri, fener, pil, iç çamaşırı, ıslak mendil, kadın pedi, çocuk bezi ve mamaları, ayakkabı, battaniye, yakıt, powerbank, kamp ocağı-ocak gazı vb. ile yüklüydü.

Basına yansıyanlar ve Hatay’da yaşayan dostlarımızdan aldığımız haberler oldukça ürkütücü. Yolda olduğumuzun haberi yayıldığından itibaren yardıma ihtiyaç duyan dostları için bize ulaşan onlarca kişiden telefon alıyoruz. Çok sayıda akrabasını depremde kaybeden, ablası ve eniştesi enkazdan kıl payı kurtulup komşularını çıplak elle enkazdan çıkaran İpek yoldaşımızın telefonu ise hiç susmadı. İpek her seferinde çevresini yatıştırmaya çalışırken telefonunu kapattıktan sonra “Ne kadarına yetişeceğiz ki?” diye soruyor. Çalan hemen her telefonu “Evet su getiriyoruz” ile bitiyor. Yardımı taşıyan dört yoldaşız ve her birimizin telefonu yeni bir yardım çağrısı ile ya da “Sizin için ne yapabiliriz?” diye soran canlarımızın sesi ile titriyor.

Yardımı dört yoldaş ile taşıyoruz ve aracımız jeneratör, konserve gıda, kuru gıda, ilk yardım malzemeleri, fener, pil, iç çamaşırı, ıslak mendil, kadın pedi, çocuk bezi ve mamaları, battaniye, yakıt, powerbank, kamp ocakları, ocak gazı vb. ile dolu.

Hatay il sınırını geçtiğimizde İskenderun yönü hınca hınç bir trafik ile dolu. Risk alıp Yumurtalık üzerinden İskenderun’a yönelmeye çabalıyoruz. En büyük sorunun yakıt olduğunu bildiğimizden bulabildiğimiz açık her istasyondan yakıt ikmali yaparak ilerleme planımızı işletiyoruz. Yumurtalık’tan sonra İskenderun’a kadar yol bir hayli sakin. İskenderun’a ya da Hatay’a ulaşmaya çabalayan herkese güzergâh ve yakıt ikmali yapılabilecek yerlerin bilgisini geçiyoruz. Derken yola çıktığımdan haberdar olan annem beni arıyor. O da ağlıyor. “Allah yardımcımız olsun evladım,” dedikten sonra ufak bir sessizlik oluyor. Teyzem ve babamın arkadan gelen “Bozma çocukların planını. Herkes aynı durumda,” diyen seslerini duyuyorum. Sonra annem, “Evladım, bizim hâlâ kızı Saniye Teyzen de İskenderun’da, ona da ulaşabilir misin?” diye soruyor. Saniye Teyze’nin İskenderun’da olduğunu unutmuş olmaktan ötürü kendime kızıyorum. Ulaşımın bir hayli zor olduğunu ama yarın mutlaka ona da ulaşmaya çalışacağımızı söylerken, elimizdeki yakıtın ne kadar mesafe için kullanılabileceğini bir kez daha düşünüyorum. Saniye Teyze’yi arıyor, ulaşamıyorum… Bereket versin birkaç saat sonra Saniye Teyze’den nispeten iyi haberler alıyoruz. Annem ve babam “Çocuklar, planınızdan sapmayın. Kimin daha çok ihtiyacı varsa önce onlara koşun,” diye yazıyorlar bana.

İskenderun Limanı’nda çıkan yangın üç gün sonra kontrol altına alınsa da kara dumanları hâlâ bulutlara kadar yükseliyor.

İskenderun’a giriyoruz. Normal şartlarda büyük haber olması gereken İskenderun Limanı’nın kontrol altına alınmış yangınına bakarken göğe eren dumanın, THK’nın eski tip pervaneli uçaklarının ve yurtdışından kiralanan devasa yangın söndürme uçağının tüm bu yıkım karşısında küçücük kaldığını görüyoruz. İpek yoldaşın telefonu hâlâ susmuyor. En kötü durumdaki akrabalarının şehirden uzaklaştırılması için yapılması gereken düzenlemelerin üzerinden bir kez daha geçerken: “Birazdan göreceksiniz bizim insanımız toprağına çok bağlıdır, biz elimizden geleni yapacağız ama onlar topraklarını yine de terk etmeyecekler,” diyor. Haklı olduğunu daha sonra göreceğiz. Ekliyor: “Yapmamız gereken, yardımın koordinasyonunu sağlamak, sağlıklı düşününler ile iletişim kurup koordineli davranmalarını sağlamak.

İlk durağımız olan Hatay Havalimanı’na çok yakın olan Karaali’ye varıyor ve İpek yoldaşımızın ablası, komşuları ve akrabalarına ulaşıyoruz. İner inmez İpek yoldaş tüm dertlerini yansıtan yüzünü sorumluluk ve umut görüntüsü ile değiştiriyor. Karaali’ye birkaç saat öncesine kadar hiç yardım ulaşmamış. Yardım ulaşsın diye sokağın başına yığdığı lastikleri yakan eniştesi Tuncay Güler bu sayede yardıma ulaşabildiğini söylüyor. Ancak yardım, içinde ne olduğunu bilinmeyen paketlerden oluşuyor ve yardımları onların ve göçükten çıkardıkları komşularının kafalarına attıklarını ifade ediyorlar. Üç gündür durmadan ağlayan İpek’in ablası Serap: “Niye kafamıza koli atıyorlar?” diye soruyor bana. Gelen yardım yalnızca el fenerlerinden oluşuyor ve pilleri yok.

Karaali’de yıkılan evlerden bir şekilde çıkmayı başaranlar çıplak elleri ile kurtarabildikleri komşu ve akrabalarının en azından bir kısmını enkazdan çıkarmayı başarmışlar. Çıkarabildikleri cenazeleri ise çarşamba gününe kadar kimse almamış. Cenazelerinin başında beklemiş, yanlarında uyumuşlar. Geldiğimizde evinin çatı malzemesinden serasındaki barakasına duvar inşa eden Tuncay bu kurtarma çalışmalarının başını çekmiş. Yakınları için enkaza çıplak elle müdahale eden Tuncay’ın el ve ayakları enkaza müdahale eden diğerleri gibi paramparça. Getirdiğimiz konserve gıdalar, powerbank ve hijyen malzemelerini Tuncay’ın yaptığı 30 metrekarelik, içinde tek bir çekyat olan toprak zeminli barakalarına taşıyoruz.

Ekin, Karaali’ye varır varmaz çıkarmamız gereken yardım malzemelerini çıkarıp yapılacak işleri göz açıp kapayana kadar organize ediyor. Çalıştığı işyerindeki arkadaşlarını daha da seferber etmek üzere onların gruplarına ve sosyal medya hesaplarına çok dilli videolar hazırlıyor. Görkem herkese tek tek sarılıp geçmiş olsun der demez gözüne çarpan ihtiyaçlarla kimseye hissettirmeden ilgilenmeye başlıyor. İkimiz o ana kadar hiç müdahale edilmemiş yaralılara yardım etmeye çalışıyoruz. Elimizden geldiği kadarıyla insanların yaralarını yıkayıp oksijenli suyla temizliyoruz. Ben enkazdan çıkan bir kadının mosmor ve şişmiş bacağındaki yaraları temizlemeye çalışırken, kadın oğlunu çağırıyor ve oğlunun elini gösteriyor. Sol el yüzük parmağının ikinci boğumunun orta parmağına doğru olan yönünden çıkan kalınca bir teli gösteriyor. “Yeni ameliyat olmuştu oğlum. Şimdi bu tel çıktı. Doktorlara ulaşamıyoruz, bir şey yapabilir misin?” diye soruyor bana. Bacağıyla ilgilenmemizden önce çocuğunun parmağından çeken tele bakmamızı istiyor bizden. Bu koca enkaz yığını içerisinde bambaşka sağlık sorunları ile ilgilenen insanların halihazırda zorlu olan koşulları arasında depreme yakalandıklarını görüyoruz bir kez daha. Fotoğraflar çekip hekim yoldaşlarımıza gönderiyoruz. İyi yorumlar almıyoruz ve yapabileceğimiz şeyler son derecede kısıtlı.

Hatay’da normal şartlarda araçla on dakikada ulaşılabilecek yerlere birkaç saatte ulaşabileceğimiz için hızla yola koyulup yardımın ulaşmadığını bildiğimiz diğer hedef noktalarımıza doğru yola koyuluyoruz. Karaali’den ayrılırken Hatay’daki devrimci yoldaşlarımızın koordinasyonuna burası hakkında bilgiler geçiyoruz. İstikametimiz Orhanlı Köyü.

Orhanlı’ya varmak için takip ettiğimiz Atatürk Caddesi’ne tam bir kaos hâkim. AFAD tekeline almaya çalıştığı yardımı hiçbir şekilde koordine edemediği için çevrede yaşayan insanların yardıma ulaşması son derecede zorlu. Yardıma ulaşmak için merkeze gelmeleri gerekiyor. Devletin yardım ve müdahale konusunda hiç güven vermemiş olması da insanların yakınlarına ulaşmak için yollara akın etmesine sebep oluyor ve bu da kaosu daha da artırıyor. Kısacası, Hatay devletin bugüne kadar almadığı tedbirler ve hazırlanmadığı afet senaryoları karşısında tam bir kaosa gömülü durumda. İktidarın sebep olduğu bu kaosun karşısında ise gerçekten işe yarayan tek şey emekçi halkın seferberliği… Güzel Hatay, iktidarın sebep olduğu kaos ve emekçilerin dayanışması arasında, yıkım ve umudun yan yana durduğu bir tabloyu yaşıyor…

Amik Ovası üzerine kurulmuş yerleşim yerlerinde her türden yıkılmış bina ile karşılaşmak mümkün. Un ufak olmuş, her bir katını görebildiğiniz katmanları ile katlanmış, yalnızca ilk katları göçmüş, yerin altına girmiş, duvarları pencereleri patlamış ve hatta yana devrilmiş binalar tüm şehri kaplıyor. Görünebilen ayaktaki binaların çoğu da kullanılamaz durumda.

Orhanlı’ya varmadan önce Hatay’da kullanılamaz hale gelen Akademi Hastanesi’nin önünde yoldaşımız Tolga ve hastanenin hemen ardındaki yerle bir olmuş konutlarda enkaz altındaki ailesine ulaşmaya çalışan nişanlısı Yelda’yla buluşuyoruz. Aileleri için kararlı bekleyişlerini ve tüm güçlerini ortaya koymaya devam ediyorlar. İnsanlara ulaşmak için kaldırılması gereken koca enkaz ise kas gücü ile yerinden oynatılacak gibi değil. Buraya iş makinelerinin ulaştırılması dahi ancak Tolga’dan aldığımız haber ile bölgede aktif çalışma sürdüren sosyalistlere ve enkaza müdahale için kurulan gruplara haberi iletmemizle mümkün olabilmişti. Ona yakıt vb. malzemeleri iletip harekete geçmeye devam ediyoruz.

Hükümet sözcüleri ve Saray ilk günden beri her şeyi çok iyi yaptığını iddia etti. Ancak bunu yaparken her seferinde, geçtiğimiz günde kimi aksaklıklar yaşadığını kabul ederek “şimdi” her yere ulaşıldığına dair yalanlar söylüyorlar. Her gün, bugün ulaşılmadık yer kalmadığını ve tüm gücü ile seferber olduğunu iddia eden iktidarı bir sonraki saatlerde kendisi bile yalanlıyor. İktidarın görevi afetlere hazırlıklı olmakken buna hiç hazırlıklı olmadıklarını, uygulanabilir hiçbir felaket protokolüne sahip olmadıklarını tekrar tekrar görüyoruz. Hatay’daki görüntü iktidarın acziyetini bakılan her köşede gözler önüne seriyor. İktidarın sadece kendi imajının derdinde olduğu bu koşullarda ise umutlanmak için çok sebep var. Devletin kısıtlamalarına rağmen emek-meslek örgütleri, devrimci partiler ve emekçi halkın gönüllüleri her yerdeler. Depremin 4. gününe girerken Hatay maden işçileri, inşaat işçileri, devrimci partiler, yardımları içerilere ulaştırmak için bölgeye gelen moto kuryeler ile dolu. Emekçi halkımız için yine emekçi halkımız elindeki her şeyi ile koşuyor. Ancak en büyük sorunumuz bu seferberliğimizin bir koordinasyon ile sürdürülememesi oluyor. Hatay’da kaos kol geziyor.

Birkaç saatlik bir trafikten geçtikten sonra Orhanlı’ya varıyoruz. Burada ulaştığımız bölgede yoğun bir enkaz olmasa da evlerin duvarları ve merdivenleri yıkılmış. Bölge halkı tüm Hatay’da olduğu gibi evlerini terk etmiş durumda, dışarıda yaşıyor ve desteğe ulaşamıyor. Ancak buraya vardığımızda sınıf bilincine sahip emekçilere has bir soylulukla karşılanıyoruz. Dişe dokunur bir yardıma ulaşamamış olmalarına rağmen onlar için hazırladığımız yardımın son derecede kısıtlı bir kısmını kabul edip Balıklıdere’ye hiç yardımın gitmediğini, özellikle gıda yardımını oraya iletmemiz gerektiğini söylüyorlar. Eğer fazla ise -bu koşulu vurgulayarak- elimizdeki powerbank, kampçı ocağı ve gazlarını kabul edebileceklerini söyleyip, kendilerine ulaşan ancak ihtiyaç duymadıkları nevresim ve kutu sütleri başka bölgelere taşımamız için bize teslim ediyorlar.

Burada yaşayan insanlar evlerine giremiyor ve ellerindeki gıda yetersiz olmasına rağmen gerekirse bir şekilde şehir merkezine inip gıda alabileceklerini, yardımların daha ulaşılamaz yerlere gitmesini arzu ettiklerini söylüyorlar. Anlattıkları onlarca üzücü hikâyenin yanında bizi umutla doldurmak için ellerinden geleni yapıyorlar. Eski bir TEKEL direnişçisi Nesrin Abla ve kızı Nisan bize bakıp “Tinker Bell’i gördünüz mü?” diye soruyorlar. O sırada yalnızca acil sorunlara odaklanan beynimiz duyduklarını doğru yere yerleştiremiyor. Gülümseyen bir yüz içimizi ısıtsa da algılarımız böylesi bir duruma kapalı. Nesrin Abla, Peter Pan’ın Tinker Bell’inin adını taşıyan kuşlarının depremde yere düşen kafesinden nasıl da çıkıp yanlarına geldiğini, onlarla beraber kaçtığını, bu cesur kuşun yanlarında olduğunu anlatıyor. Açık havada öpüp sevdikleri sarışın muhabbet kuşu Tinker Bell’i bize uzatırken “Isırır ama dikkat et” diyorlar. Bu mücadele deneyimine sahip bilinçli işçilerin şimdi bir evleri yok. Yardıma ulaşmaları bir hayli meşakkatli, ancak omuzlarına konan Tinker Bell’leri ile bize enkazın içerisindeki sınıf bilincinden doğan en güzel umutları yüklüyorlar. Yakıtımız sınırlı olduğu ve yardımın acil olduğunu bildiğimiz için Veysel yoldaşımıza göndermek üzere abisi Sertan ve ailesi ile fotoğraf çekilip Orhanlı’dan ayrılıyoruz.

İpek yoldaşın köyü Balıklıdere, Amik Ovası’nın alüvyonlu zemini üzerine kurulmadığı için nispeten daha iyi durumda. Binaların durumunu bakarak anlayamasak da ciddi bir enkaz yok ancak şehir merkezinden buraya sığınan çok sayıda depremzede var. Konaklayabilecekleri yerler çok sınırlı ve gelen yardımlar köy yollarına serilmiş akşam nemiyle hırpalanan giyim yardımı ve gördüğümüz bir kamyondan insanların üzerlerine atılan ne olduğu bilinmeyen yardımlarla sınırlı.

İpek yoldaşımızın annesi, kardeşleri ve komşularının sığındığı Balıklıdere Köyü’ne varıyoruz. Yoldaşımızın ailesi ahırlarının içerisinde duvarı olmasa da çatısı olan bir yere sığınmışlar. Jeneratör, kuru gıda, hijyen malzemeleri ve fenerlerimizi buraya bırakıyoruz. Bize “Biz kalabalık bir aileyiz, sıraya girsek de kalabalığımızla yardıma ulaşırız ama kalabalık olmayan aileler var, yardımı onlarla değerlendireceğiz,” diye söz veriyorlar. Yardımları barındıkları yere taşıyoruz.

İpek’in abisi Ali Yaşar bizi depremin ilk gününden beri henüz ameliyat olduğu sakat bacağına rağmen koştuğu yardımları anlatarak karşılıyor. Bu güzel emekçi insanların yeterli yatacak yeri olmasa da muazzam bir sorun çözücülükle her seferinde yeni biri için yatacak bir yatak daha bulabiliyorlar. Aklımıza gelebilecek her şeyleri sınırlı fakat bizlere onları düşünmememiz gerektiğini, durumlarının ne kadar da rahat olduğunu anlatıyorlar. Normal şartlarda gelsek şimdi barındıkları bahçelerinde güzel bir sofra kurabileceklerini söyleyip, bu koşullarda gelmiş olmamızdan ötürü çok üzgün olduklarını söylüyorlar. Depremi ve sonuçlarını unutup güzel günlerde gelmemiz için bizlerden söz alıyorlar. Sonrasında hangi bölgenin ne derecede kötü olduğunu, ilettiğimiz yardımları nereler için kullanacaklarını, durumun ne olduğunu açıklıkla özetliyorlar. Dönüş yoluna çıkmadan önce son derecede kısıtlı olan yemeklerini paylaşmamız konusunda ısrar ediyorlar. Acelemiz olduğunu söylüyoruz.

Ali Yaşar ile sonrasında neler yapılabileceğini konuşuyoruz. O da en büyük sorun olarak koordinasyonsuzluğu işaret ediyor. Yağmalar, ırkçılık, işsizlik ve Hatay’ın yeniden inşası konuşmamızın temel başlıklarını oluşturuyor. Koordinasyon sorununa dair bölgede faaliyet gösteren TİP vb. sosyalist örgütler, sendikalar ve TMMOB gibi emek örgütleri ile irtibatı nasıl güçlendirebiliriz, nasıl koordine olabiliriz diye tartışıyoruz. Yalnızca Hatay değil tüm Türkiye’nin geleceği için böylesi bir koordinasyonun ne denli hayati olacağını birbirimize anlatıyoruz.

Ali Yaşar bizlerle konuşurken her şeye ama her şeye ihtiyaç olduğunu tekrar vurgulayıp önümüzdeki dönemde esas olarak büyük bir işsizlik ve göç verme sorunlarına karşı hazırlıklı olmaya dair önerilerini sıralıyor. Yaşadığı onlarca şoka ve kısıtlı imkâna rağmen koordinasyonun önemini ve birleşik mücadelenin gerekliliğini karşılıklı olarak vurguluyoruz.

Bir gün önce, depremden sonraki 3. gün olan çarşamba günü Hatay içerisinde yakıt bulunamıyordu. Orada olduğumuz perşembe günü ise birkaç saatlik bir kuyrukta bidonlarla beklemek kaydıyla yakıta ulaşmak mümkündü. Hatay içerisinde yakıt almamız, ihtiyaç sahiplerinin yakıtını kullanmak anlamına geleceği için acele ediyor, son olarak Hatay’da seferber olan sosyalist ve emek güçleri ile gece saatlerinde temasa geçmeye çaba sarf ediyoruz. Karanlık, soğuk ve gönüllülerin bile ısınma noktaları aradıkları bir koşulda nasıl da canla başla çalıştıklarını görebiliyoruz. Kadınların liderlik ettiği enkaz çalışma grupları ile karşılaşmamızın sonrasında 30 saatlik bir yolculuğun ardından daha güçlü bir konvoy örgütlemek ümidiyle İstanbul’a varabiliyoruz.

Deprem çok sayıda ilde büyük bir yıkım yaratırken iktidar bu yıkımı yalan, küfür ve iftiralarla geçiştirmeye çalışıyor. Bu yazının yazıldığı saatlerde Hatay Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü İmar İzin Dairesi binasının yıkılması teşebbüsüne dair teyitli haberleri alıyoruz. Hükümet enkaza müdahale konusundaki yavaşlığını, enkazın sorumlularını korumaktaki performansına yansıtmıyor…

İşçi Demokrasisi Partisi olarak, depremden zarar gören tüm canlarımızın acısını yüreğimizde hissediyoruz. Kayıpların telafisi mümkün değil ancak tüm yaralarımızın sarılması için emek güçlerinin seferberliği ve koordineli-örgütlü bir müdahalenin en acil ihtiyaç olduğunu düşünüyoruz.

Deprem bölgesinin bugüne kadar en acil ihtiyacı, enkaza müdahale ve kurtarabildiğimiz kadar canın kurtarılması ve kurtarılanlara temel yaşam desteği sunulmasıydı. İktidar, bu basit ihtiyaçlara yanıt üretemediğini depremin ardından geçen her an yeniden gösterdi.

Şimdi ise depremden sağ kurtulanların sağlığını korumak, emekçi halkımız için barınma, ısınma, tuvalet vb. temel ihtiyaçların karşılanması gibi yeni, acil ihtiyaçlarla karşı karşıyayız. Partimiz, tüm üye ve dostları sayesinde deprem bölgesindeki hedeflediğimiz emekçilere ulaşarak yardımlarını iletti. Bundan sonra da yeni acil ihtiyaçlar için bölgede bulunmaya, ihtiyaçları iletmeye devam edecek. Her birimizin en ufak katkısı emekçi halkımızın canını ve geleceğini koruyacak.

Ancak acil ihtiyaçlara yönelmekle yetinemeyiz. Bundan sonrası için de bu seferberliğin koordineli biçimde sürdürülmesi adına İşçi Demokrasisi Partisi olarak üzerimize düşenleri emekçi halkımız ile beraber yapmaya devam edeceğiz.

Bilinen Hatay artık yok. Diğer deprem bölgeleri de benzer bir durumda. Emekçi halkımızın evlerini, işyerlerini yeniden inşa etme süreci ile Türkiye’nin emekten yana yeniden kurulması sürecini birleştirme görevi, tüm acılarımızın telafisi için en büyük umut olmayı sürdürüyor. Emekçi halkımız bunun için gerekli seferberliği ortaya koydu bile. Şimdi yapılması gereken, seferberliğin koordinasyonunu ve örgütlenmesini inşa etmektir.

Fotoğraflar: İDP

Yorumlar kapalıdır.