Seçimlerin ardından işçiler, kadınlar, lgbti+lar, başta Kürtler olmak üzere tüm azınlıklar ve doğa açısından kaygı verici bir dönemin açığa çıktığı söylenebilse de mücadele zeminimiz açısından daha net ve elverişli bir döneme girdiğimiz de bir gerçek.
14 Mayıs parlamento seçimleri bizlere siyaseti taleplerimizle yapmanın ve bu talepler etrafında bir mücadele çağrısında bulunmanın önemini gösterdi. Siyaset bir toplama işleminden çok halat çekme oyununa benziyor. Millet İttifakı’nda olduğu gibi ipi zıt yönlere çekenlerin yarattığı net kuvvet güçlerin toplamı ile değil, çıkarılması ile hesaplanabiliyor.
28 Mayıs seçimlerinin bize öğrettiği şey ise şu: Bugüne kadar Erdoğan’a karşı her şey denendi. Erdoğan’a karşı Erdoğan (E. İhsanoğlu), Erdoğan’a karşı Atatürkçü (M. İnce) ve Erdoğan’a karşı “herkes” (K. Kılıçdaroğlu). Hiçbiri beklenen sonucu vermezken böylelikle baskıcı rejime karşı bir şey hariç her şey denenmiş oldu: emek merkezli bir birlik kurarak baskıcı rejim ve sömürücü kapitalist düzenden kopmak.
TİP listelerinden vekil adayı olarak girdiğimiz seçim kampanyamız boyunca pek çok talebimizden bahsederken “Enerji, maden ve inşaat tekelleri tazminatsız kamulaştırılsın” ve “Depreme karşı boş konutlar ihtiyaç sahiplerinin kullanımına açılsın” diyen taleplerimizi de ifade edebildik.
Cumhur İttifakı seçimleri kazandı. Şimdi Saray’ın çeperindeki bir avuç aile ve Türkiye’nin diğer ultra zenginleri ile beraber çok uluslu emperyalist şirketler için yeni kâr ve yağma olanaklarını için çalışacaklar.
Bu yağmanın birinci sırasında doğal varlıkların talana açılması duruyor. Dışa bağımlılığı artıracak olan Mersin’deki Rus santralinin yanı sıra Sinop ve İğneada projeleri, Artvin’in insansızlaştırılarak maden havzası haline getirilmesi, su havzalarının, ormanlık arazilerin, yeraltı ve yer üstü kaynaklarının talanı iktidarın ajandasında. Bu talanlara dur demeyi sürdürmek birinci dereceden görevimiz. Ancak bu yağmaya sadece dur demek yeter mi? Bugün Millet İttifakı seçimi kazansaydı bu yağmanın tamamen duracağına inanabilir miydik? Zira bugün Türkiye’de enerji, maden ve inşaattan beslenmeyen tek bir büyük holding yok! Bu sebeple bugünden sonra da “Enerji, maden ve inşaat tekelleri tazminatsız kamulaştırılsın!” demeyi sürdüreceğiz.
Bizim için felaket olan zenginler için fırsat anlamına gelebiliyor. 6 Şubat depremleri bunu bize tekrar gösterdi. Bugün İstanbul depremi için iktidar 500 bin konutun dönüşümü projesinden bahsederken burada yaşayan insanlara İstanbul’un akciğerleri anlamına gelen Kuzey ormanlarına uydu kentler yapmak suretiyle çözüm üreteceklerini söylüyor, Yenikapı ve Maltepe dolgu alanlarının onlarca katı olan hafriyat atığını ne yapacaklarını da hiçbir şekilde ifade etmiyorlar. Bu yüzden “Depreme karşı boş konutlar ihtiyaç sahiplerinin kullanımına açılsın!” demeye devam ediyoruz.
Zaman, her şeyden çok taleplerimizi en net şekilde ifade edip bu netlikle mücadelemizi birleştirme zamanıdır. Umut yoktan var olmaz, mücadele ile yeşerir. Bu sebeple bizim umudumuz hâlâ güçlü ve eskisinden daha net.
Yorumlar kapalıdır.