Kitleler, CHP ve demokrasi mücadelesi

Tek Adam rejiminin 19 Mart 2025 sabahı, başta Ekrem İmamoğlu olmak üzere 100’ü aşkın kişiyi hukuksuz bir şekilde gözaltına alması, Erdoğan’ın siyasi ömrünü uzatma ve bu yolda siyasi hasımlarını tasfiye etme çabasında yeni bir aşamaya geçildiğini kanıtlar nitelikte.

Aslında gören gözler için bu çaba çok da yeni başlamamıştı. 2024 yerel seçimlerinde rejimin ve doğal olarak AKP’nin ciddi gerileyişi ve CHP’nin hem büyük şehirlerin önemli bir kısmını kazanması hem de seçimlerden birinci parti olarak çıkması bu sürecin başlangıcıydı. CHP “rüzgârı arkasına aldığını” hissederken, rejim “rüzgârı tersine çevirmenin” hesaplarına gömüldü.

Bir musibet bin nasihat mi? Bin musibet sıfır ders mi?

Halihazırda rejimin alameti farikasının kayyumlar, demokratik alanın ve özgürlüklerin mümkün mertebe sınırlandırılmaya çalışılması olduğu bilincinden hareketle, Erdoğan’ın bu inisiyatifi yeniden ele geçirme ve düzen muhalefetini zayıflatma ya da paralize etme girişiminin “demokrasinin” ve “hukukun” sınırları içerisinde yaşanmayacağı bilinen bir gerçekti. Tabii bunu yaparken “terörle ilişkilendirme”, “diploma” gibi kendisine meşruiyet kazandırmaya çalışacak kılıflara başvuracağı da. Keza şu ana kadar da öyle oldu.

Yüz binlerin oyunun gasp edilerek Esenyurt Belediyesi’ne kayyum atanması karşısında düzen muhalefetinin pasif tepkisi, iktidarın saldırısını genelleştirmesinin de önünü açtı. Ve gelinen noktada, yüz binlerin oyunu gasp edip kitlesel ve birleşik bir seferberlikle karşılaşmadığını defalarca deneyimleyen rejim, milyonların seçme ve seçilme hakkını hiçe sayma noktasına erişti.

Tabii bu süreç aynı zamanda, meşruiyetini sandıktan aldığını iddia eden Tek Adam rejiminin, meşruiyet zemininin ne denli aşındığının da bir göstergesi niteliğinde. Ancak rejimin bekası için bu yöntemlere başvurabiliyor oluşunun bizatihi sorumlusu da düzen muhalefetinin politik tercihleri.

Uzunca bir süredir ekonomik kriz emekçilerin darboğazını katlanılmaz bir boyuta taşımışken, en temel demokratik hak ve özgürlüklerin dahi engelleniyor oluşu işçi sınıfının, Kürt halkının, gençlerin, kadınların, lgbti+’ların ve toplumun tüm ezilen kesimlerinin tahammül sınırlarını zorlamışken, düzen muhalefetinin kitlelerin önüne koyduğu yegâne seçenek, sandık olmanın ötesine geçmedi. Temsil ettiği sınıfın çıkarları hesaba katıldığında, düzen muhalefetinin bu hoşnutsuzluğu kendisinin de kontrolünden çıkabilecek başka bir mecraya kanalize etmesini düşünmek de safdillik olurdu açıkçası.

Keza buna paralel olarak, düzen muhalefetinin politik söylemi de dönüşüm gösterdi. İktidar olunduğu takdirde “devr-i sabık” yaratılmayacağı söylemi korunarak, rejimde bir dönüşüme gidileceği önermesi terk edildi. Hatırlamakta fayda var, sınırları çok muğlak olsa dahi kitlelere sunulan “güçlendirilmiş parlamenter sisteme dönüş” retoriği çok keskin bir şekilde tedavülden kaldırılarak yerini belirsiz bir “normalleşme” anlayışı aldı. Ekonomik alanda ise krizi emekçilere fatura etmek anlamına gelen “Orta Vadeli Plan” sahiplenildi. Keza bu plan 2023 seçimlerinde iktidar olunabilseydi, düzen muhalefetinin uzun vadeli planı olacaktı. Kısacası, düzen muhalefeti seçimler vesilesiyle kitlelerin rejimden ve ekonomik krizden kaynaklı hoşnutsuzluğunu kendisine çekebilse de rejimden kopuş ya da ekonomik krizden çıkış gibi can alıcı konulardaki politik açmazları ve sınıfsal doğası bu kitlelere şu ana kadar net bir yol haritası sunabilmesini de engelledi.

Yine 2023 seçimlerinde sosyalist hareketin geniş kesimlerinin ehven-i şer çizgisine hapsolarak ilk turdan düzen muhalefetini destekler bir pozisyon alması, alternatif arayışı içerisindeki kitlelerde demokrasi ve rejimden kopuş mücadelesinin muhatabının burjuva düzen muhalefeti olduğu yanılgısını pekiştirdi. Aynı zamanda bu alternatifsiz bırakılma durumu, demokratik hak ve özgürlükleri ya da ekonomik talepleri için mücadele etmekte olan birçok sektörün talep ve mücadelelerinin tek bir potada birleştirilebilmesini de mümkün kılmadı. 2024 yerel seçimlerinde de sosyalist hareketin geniş kesimleri tarafından benzeri pozisyonların benimsenmesi ya da kitlelerin acil talepleri eksenli, sandığı da aşabilecek bir ortak mücadele hattının tercih edilmemesi kitlelerde “sandık ataleti” olarak tarif edebileceğimiz durumun derinleşmesine yol açtı.

Tek Adam rejiminin, milyonların seçme ve seçilme hakkını gasp ettiği 19 Mart operasyonundan yola çıkarak böylesi bir özet değerlendirme yapmış olmamızın çok temel bir nedeni var. 19 Mart akşamı Saraçhane’de bir araya gelen kitlelerin ruh halinin de çağrının sahibi CHP önderliğinin ortaya koyduğu politik kabiliyetsizliğin de arka planları büyük oranda yukarıda özetlemeye çalıştığımız tabloda gizli.

19 Mart izlenimleri

Keskin olandan başlayalım. Partisinin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan’ı olan ve bir sonraki seçimlerde de Cumhurbaşkanı adayı olması için öne çıkan figürü Ekrem İmamoğlu’nun gözaltına alınması karşısında CHP, demokratik haklarını savunmak için sokağa çıkmak isteyen tabanına ve kitlelere, özellikle İstanbul’da, bir adres göstermekten uzunca bir süre kaçındı. İstanbul dışındaki illerde yapılan il ve ilçe binaları önünde toplanma çağrıları ise kısa ve oraya katılanların önüne hiçbir yol ve mücadele haritası sunmayan açıklamalarla sona erdirildi. Keza bu politik öngörüsüzlük parti tabanının da tepkisiyle karşılandı.

İstanbul’da ise, özellikle İstanbul Üniversitesi öğrencilerinin mücadeleleri sonucu polis barikatını aşmaları, önce Beyazıt Meydanı’na, devamında ise Saraçhane’ye yürüyüşleri diğer üniversitelerde de eyleme geçilmesini tetiklerken, Saraçhane önündeki kalabalığın da artmasına vesile oldu. Bu ise, CHP önderliği üzerinde “gecikmeli Saraçhane çağrısını” yapma basıncını yarattı.

Gençliğin üstlendiği bu öncü rol, saat 20.30 için yapılan çağrıda da kendisini gösterdi. CHP önderliği kendi ilçe örgütlerini seferber etmekten uzak dururken, alandaki en büyük kalabalığı gençlik ve kadınlar oluşturdu. Ülkede demokratik hak ve özgürlükleri en çok kısıtlanmaya çalışılan ya da geleceksizlik kaygısını en derinden yaşayan kesimler… Keza bu yazının yazılmakta olduğu esnada, yine üniversiteli gençlik son yıllarda şahit olduğumuz en kitlesel öğrenci yürüyüşü eşliğinde Saraçhane önüne ulaşmak üzere.

Rejimin bu sert antidemokratik saldırısı karşısında, sendikaların tepkisi ya da katılımı ise oldukça sınırlı kaldı. 2024 İstanbul 1 Mayıs’ını Saraçhane’ye hapsederek birleşik ve kitlesel bir zeminden uzaklaştırmayı tercih eden DİSK yönetimi, bu çağrıyı yapmış olma gerekçesi üzerindeki hukuksuz gözaltılar karşısında tabanını seferber etmek yerine temsili düzeyde bir katılım örgütledi.

Saraçhane çağrısının neden “gecikmeli” yapıldığını merak edenler ise cevabını Özgür Özel’in konuşmasında buldu. CHP önderliği alanın organizasyonundan ses sisteminin yetersizliğine tüm teknik kabiliyetsizliğini sergilemişken bunu politik basiretsizliğiyle daha da pekiştirdi. Demokratik hak ve özgürlüklerini savunmak adına alanı dolduran on binler, mücadelelerini sürdürme ve ilerletme noktasında cevapsız bırakıldı. CHP önderliğinin sınıfsal doğası gereği en çok çekindiği husus yine baş gösterdi: kitle seferberliği.

Özel tarafından işaret edilen tek konunun CHP’nin 23 Mart Pazar günü kuracağı ön seçim sandığı olması, seçme ve seçilme hakları gasp edildiği için sokağa çıkan kitlelerde anlaşılması çok doğal bir memnuniyetsizliğe yol açtı. Rejimin antidemokratik saldırısı karşısında, demokratik hak ve özgürlükler ile rejimden kopuş mücadelesini ilerletmek için alanda olup da CHP’li olmayan kitleye, parti önderliği tarafından yapılan öneri ise daha vahimdi: Pazar günü dayanışma sandığı kuracağız, gelin siz de oy verin!

Saraçhane’deki bu genel tablo, CHP önderliğinin, demokratik hak ve özgürlükler mücadelesini kapsayıcılıktan uzak, kendi tekelinde ve kitlelerin değil parti önderliğinin, bürokrasisinin çıkarları doğrultusunda sürdürme kararlılığını bir kez daha gösterdi.

Ne yapmalı?

İmamoğlu ve 100’ü aşkın kişinin hukuksuzca gözaltına alınması bir kez daha gösterdi ki Tek Adam rejimi siyasi ömrünü uzatmak adına her türlü yöntemi denemeye hazır. Ve yine başvurduğu her yöntem rejimin tüm kurumlarının çürümüşlüğünü gözler önüne seriyor.

Öte yandan bugün, seçilmiş İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı’nın gözaltına alınması ve seçme seçilme hakkının gasp edilmesinde cisimleşen mücadele, aslında süreklileşen baskı ve şiddet rejimine ve derinleşen ekonomik enkaz ve geleceksizlik kaygısına karşı öfkeyi içinde barındırıyor. Ancak bugün başını gençliğin çektiği bu öfke örgütlenmek ve ülkede siyasal demokrasinin sağlanabilmesi adına şekillendirilmek zorunda. Bu anlamıyla, İmamoğlu’nun ve 100’ü aşkın gözaltının serbest kalması oldukça önemliyken, ülkede tüm demokratik hak ve özgürlüklerin garanti altına alınabilmesi mücadelesini örebilmek de bir o kadar hayati.

Bu sayfalarda defalarca vurgulamaya çalıştık. Mevcut rejim altında en temel demokratik hak ve özgürlüklerin savunusu dahi birleşik bir mücadeleyi zorunlu kılıyor. Ve yine bu ülkede demokratik ve ekonomik taleplerle verilmeye çalışılan her mücadele doğası gereği rejimin sınırlarını zorlamak anlamına geliyor, yani özünde rejimden kopuş tahayyülünü barındırmayı olmazsa olmaz kılıyor. Ve bu tahayyül, demokratik ve sosyal taleplerle ekonomik talepleri bir arada ele almayı dayatıyor.

Tam da bu nedenle bugün, bu mücadelenin nasıl ilerletilebileceğini en açıklıkla ortaya koyabilmek zorundayız. Seçme ve seçilme hakkına sahip çıkmaya çalışan kitlelerin, demokratik hak ve özgürlüklerini elde etmek isteyen Kürt halkının, erkek egemen sisteme ve rejimin baskısına karşı koyan kadınların, insan onuruna yaraşır bir yaşam ve ücret isteyen işçi sınıfının, geleceksizliğe tahammül etmek istemeyen gençlerin ve nicesinin mücadelesini nasıl ileriye taşıyabileceğimizi…

Bu öncelikle, düzen muhalefetinin politik ve sınıfsal pozisyonunu aşmak zorunda olan bir politik tahayyül gerektiriyor. Sokaktaki mücadeleyi seferberliğe dönüştürebilecek bir politik hattı inşa edebilmeyi dayatıyor.

Bunun yolu ise bugün kitleleri seferber eden acil taleplerle, yine kitlelerin demokratik, sosyal ve ekonomik beklentilerine erişmelerini mümkün kılabilecek taleplerin kaynaştığı bir eylem programı oluşturabilmekten geçiyor. Ve sınıf örgütlerinin, sendikaların, meslek odalarının, demokratik kitle örgütlerinin, sosyalistlerin, gençlik, kadın ve lgbti+ örgütlerinin, böylesi bir programda uzlaşabilecek kesimleriyle bir ittifakın inşa edilebilmesini ve bu ittifak yoluyla kitlelerin seferber edilebilmesinin sağlanmasından.

Birleşik İşçi Cephesi kavrayışından yola çıkarak biz böylesi bir ittifakın çağrısını uzun süredir “Emek İttifakı” adıyla yapmaktayız. Ama yukarıda anlatmaya çalıştığımız üzere bizim için önemli olan bu ittifakın ismi değil, politik muhtevası ve tahayyülü.

Ve bu acil görev tüm muhataplarını çağırmaya devam ediyor: Şimdi değilse ne zaman?

20 Mart 2025

Yorumlar kapalıdır.