Çocuk işçiler: sermayenin en küçük kurbanları

Kapitalizm, yalnızca bugünün işçisini değil, henüz doğmamış çocukları bile sömürü zincirine dahil edecek kadar açgözlüdür. Türkiye gibi ülkelerde, emekçi anne ve babaların geçim sıkıntısı altında ezildiği koşullarda, çocuklar da yaşam mücadelesine daha oyun çağında katılmak zorunda kalıyor. Sermaye düzeni sadece çocukluğu değil, geleceği de gasp ediyor.

Eğitim sisteminin piyasaya entegre edildiği, rekabetin bireyleri daha ilkokulda elediği bir ülkede, yoksul çocukların okulda kalma şansı giderek azalıyor. Yoksulluk çocukları okulların dışına, atölyelere, tamirhanelere, tarım alanlarına itiyor. “Çırak”, “ayakçı”, “yardımcı eleman” gibi masumlaştırılmış sıfatlarla çocuk işçiliği meşrulaştırılıyor. Oysa bu sıfatların ardında yatan gerçek: ağır iş yükü, düşük ücret, kötü muamele ve sosyal izolasyon.

Çocuk işçiler, akranlarıyla oynayacakları, öğrenecekleri, kendilerini ifade edecekleri en kritik yaşlarda, çoğu zaman sabahın köründe iş başı yapıyor. Hayat yükü omuzlarına erken biniyor ve bu yük, onların sadece fiziksel değil, duygusal gelişimlerini de sakatlıyor.

Çocuk işçiliği yalnızca ekonomik bir sorun değil, aynı zamanda sınıfsal bir şiddet biçimidir. Bu çocuklar, çalıştıkları yerlerde aşağılanıyor, azarlanıyor, kötü muameleye maruz kalıyor. Kimlikleri, özgüvenleri ve geleceğe dair hayalleri törpüleniyor. Bu erken yaşta edinilen “çalışmak zorundayım” düşüncesi, onları itaatkâr, boyun eğen ve kolay manipüle edilebilen bireylere dönüştürüyor. Sermaye düzeni tam da bunu ister: sorgulamayan, hak aramayan, sendikal mücadeleden uzak duran bir işçi tipi.

Kapitalist devlet, eğitimli, bilinçli, hakkını arayan bir işçiden korkar. Bu nedenle çocuk işçiliğine göz yummakla kalmaz; çoğu zaman bu durumu teşvik eder. “Mesleki eğitim” adı altında çocuk emeği sistemli hale getirilir. Sermaye yanlısı iktidarlar, çocukların eğitimden kopup ucuz işgücüne dönüşmesini bir kalkınma politikası gibi sunar.

Ancak bu sistem, yalnızca çocukları değil, ailelerini de sömürür. Geçinemeyen anne ve babalar, çocuklarının çalışmasına ses çıkaramaz hale gelir. Böylece çocuk işçilik, kuşaktan kuşağa aktarılan bir sınıf kaderine dönüşür.

Çocuk işçiliğiyle mücadele, yalnızca yasalarla değil, toplumsal örgütlenmeyle mümkündür. Aileler de işçi sınıfının bir parçasıdır ve çocuklarının geleceği için kendi çalışma koşullarına da karşı çıkmalıdır. Bu mücadele, sendikalarda birleşmeyi, grevleri, eğitimde eşitliği savunmayı gerektirir.

Çocuk, çocuktur. Görevi çalışmak değil, oyun oynamak, öğrenmek, gelişmek ve mutlu olmaktır. Onların yeri üretim bantları değil, okul bahçeleri, oyun alanlarıdır. Çocuk işçiliği bir kader değil, bir sistem tercihidir. Bu tercihi ancak örgütlü mücadeleyle değiştirebiliriz.

Yorumlar kapalıdır.