Doğanın imhası için yasal zırh
13 Haziran’da Meclise sunulan Maden Kanunu’nda değişiklik yapılmasına dair teklif, TBMM Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu’ndan geçti ve TBMM Genel Kurulu’nda görüşülecek. “Enerji yatırımları hızlansın, dışa bağımlılık azalsın” denilerek savunulan teklif, aslında Türkiye’nin sosyal dokusu, ekonomik dengesi ve ekolojik geleceği için bir tehdit.
Yıllardır koruma altında olan zeytinlik, sulak alan ve SİT alanları kanun teklifiyle madenciliğe açılıyor. Teklifin onaylanması halinde artık ormanlar, meralar ve su havzaları sadece “kamu yararı” gerekçe gösterilerek sermayeye tahsis edilebilecek. Ancak doğayı katletmek üzere hazırlanan bu teklif çerçevesinde madencilik faaliyetlerinin genişletilmesi ile pek çok köy yok edilecek, köylünün geçim kaynağı elinden alınacak, binlerce ağaç kesilecek, biyolojik çeşitlilik tehlikeye girecek, su kaynaklarındaki kirlilik sorunu artacak.
Teklifteki dikkat çeken düzenleme, yapılan başvuruya rağmen ilgili kurum tarafından madencilik faaliyetine izin verilmemesi halinde, Cumhurbaşkanı’nın görevlendirmesi ile oluşturulan kurula “kamu yararı” gerekçe gösterilerek izin hakkında nihai karar verme yetkisi verilmesi. Bu halde madencilik faaliyetlerindeki denetimsizliği azaltmak, şeffaf izin süreçleri yürütmek ve halkın iradesini sürece dahil etmek yerine madencilik faaliyetinin doğaya uygun olup olmadığına bakılmaksızın gerçekleştirilmesinin her bakımdan önü açılmış olacak. Aynı değişiklik teklifinde, kurulun kamu yararı gerekçesi ile madencilik faaliyetine izin vermesi halinde 1 ay içinde ruhsat verileceği düzenlemesine de yer veriliyor. Bu şekilde deyim yerinde ise ışık hızıyla, her türlü denetimden uzak süreç neticesinde, “gerçek” kamu yararı gözetilmeden zeytinlikler, ormanlık alanlar, sit alanları maden alanlarına dönüştürülecek, tarımsal miras yok edilecek.
Yine benzer şekilde kanun teklifinde yer alan bir diğer maddede, sunulan projelere ilişkin kurumların görüş verme süresinin 3 ay gibi bir süre ile kısıtlandığı dikkat çekiyor. Kanun metninde 3 aylık süre içinde kurumun cevap vermemesi halinde “olumlu görüş verildiği” kabul edileceğine yer verilmiş. Örneğin sunulan proje kapsamında Çevre, Şehircilik ve İklim Bakanlığı tarafından yürütülen çevresel etki değerlendirmesi (ÇED) sürecine dair, kurumların 3 ay içinde görüşlerini bildirmemeleri halinde 3 ay sonunda olumlu görüş bildirildiği kabul edilecek. Dolayısıyla bu değişiklik teklifi, projelerin çevresel etkileri kapsamlı bir şekilde değerlendirilmeden izin sürecine geçmesi anlamına gelmekte. Uygulanacak maden projelerinin sosyal, ekonomik ve ekolojik etkileri ve projenin 25-30 yıl gibi bir süre için faaliyet göstereceği düşünüldüğünde 3 ay gibi kısa bir süre içinde değerlendirme beklenmesi, ilgili kanun teklifi ile sadece hızlıca zeytinliklere kazma kürek vurulmasının hedeflendiğini gözler önüne seriyor.
Diğer yandan, Türkiye’de her yıl onlarca işçi madencilik faaliyetlerinde hayatını kaybederken, ormanlarımız kül, zeytinliklerimiz taş ocağı haline geliyor. Bu gerçekliğe rağmen kamuoyunda tepkiye yol açan söz konusu kanun teklifinde ne bu kayıpların önlenmesine yönelik bir tedbir yer alıyor ne de doğa tahribatını engellemeye dair bir kaygı. Türkiye, ILO verilerine göre dünyada iş cinayetlerinde ilk sıralarda. Soma, Ermenek, Amasra gibi faciaların üzerinden yıllar geçti ama iş güvenliği hâlâ kâğıt üzerinde. Maden sahaları hızla genişlerken işçi sağlığı, iş güvenliği ve örgütlenme hakkı hiçe sayılarak yeni “Soma”lara davetiye çıkaracak.
Doğa ve emek düşmanı bir büyüme modeli olan ve denetimsizliği kalıcılaştırmayı hedefleyen söz konusu kanun düzenlemesine karşı sosyal, ekonomik ve ekolojik ihtiyaçlar gözetilerek “gerçek” kamu yararını ön plana koyan bir düzen için toplumun tüm kesimlerinin birlikte mücadelesi şart!
Yorumlar kapalıdır.