İran’a yönelik ABD-Siyonizm saldırısının ardından

Emperyalizmin Ortadoğu’daki garnizonu Siyonist İsrail, 13 Haziran günü İran’a yönelik başlattığı savaşla öncelikle İran’ın hava savunma sistemini, hava üslerini ve nükleer tesislerini hedef aldı. İran silahlı kuvvetlerinin birçok üst düzey komutanını ve ülkenin nükleer programında aktif olan bilim insanlarını öldürdü. Katliamcı Siyonizmin saldırıları yalnızca askeri üslerle sınırlı kalmadı ve İran’ın birçok şehrine yönelik bombardımanlar neticesinde yüzlerce sivil hayatını kaybetti. İran ise misilleme olarak Siyonist varlığın kuzey ve güney merkez bölgelerine füze ve insansız hava araçlarıyla saldırılar gerçekleştirdi.

Siyonizmin aşırı sağcı Trump’ın desteğiyle başlattığı bu savaş, ABD emperyalizminin İran’ın üç önemli nükleer tesisi olan Forda, Natanz ve İsfahan’a sığınak delici GBU-57 bombalarıyla düzenlediği saldırının ardından, 12 günün ertesinde yapılan ateşkesle “şimdilik” sonlandı.

“Şimdilik” diyoruz, çünkü “kuruluşu” işgal, soykırım ve savaş üzerine oturan, emperyalizmin bölgedeki garnizonu Siyonist İsrail devleti var olduğu müddetçe Ortadoğu halkları sürekli bu tehdit altında yaşamayı sürdürecek.

Siyonizmin ABD destekli saldırısının gösterdikleri

Siyonist İsrail’in İran’a dönük başlattığı bu saldırı, Netanyahu rejiminin Filistin halkına yönelik 7 Ekim 2023’ten bu yana sürdürmekte olduğu soykırımın gölgesinde gerçekleşti. Netanyahu rejimi, aradan geçen 1,5 yıllık süreçte, Filistin halkının yaşamı ve toprakları uğruna sürdürdüğü kahramanca direnişi neticesinde askeri ve siyasi hedeflerine ulaşamadıkça savaşı yaygınlaştırma çabalarına girişmişti. Lübnan, Suriye, Yemen ve son olarak İran’a dönük saldırıları bunun örnekleri. Siyonist rejim hedeflerine erişemedikçe kendi içerisindeki politik, askeri ve ekonomik çelişkileri de derinleşiyor. Ve Netanyahu savaşı genişletmeyi kendi meşruiyetini sağlamanın ve “Siyonizmin birliğini” mümkün kılmanın bir aracı olarak kullanıyor. Yine Siyonizmin soykırımına karşı Filistin halkıyla dayanışmak için sokaklara dökülen dünya emekçi halklarının seferberliği Netanyahu rejiminin daha fazla yalıtılmasına olanak sağlıyor. Netanyahu için savaşı yaygınlaştırma çabaları, aynı zamanda emperyalizme, özellikle de başını Trump’ın çektiği ABD emperyalizmine hâlâ “güvenilir” bir ortak olduğunu kanıtlamanın bir aracına dönüşüyor.

Keza Trump’ın başa gelmesiyle ekonomik, askeri ve politik hegemonya krizini aşmak adına daha da saldırgan bir politika benimsemeye çalışan ABD emperyalizminin bu karşı saldırı politikasının Ortadoğu’daki birincil ortağı Siyonist varlık.

Siyonizm ve ABD’nin ortak saldırısı sonucu birçok sivilin hayatını kaybettiği, ordu üst kademesinin öldürüldüğü, savunma sistemi ve askeri üsleri gibi askeri altyapısı ciddi hasar gören İran’da ise, İran İslam Cumhuriyeti rejimi haklı olarak misilleme saldırıları düzenledi. Öte yandan, Siyonist aygıtın istihbarat güçlerinin Molla rejiminin merkezine kadar sirayet ettiğini de bu savaş açığa çıkardı. Aslında bu tablo, İslam Cumhuriyeti rejiminin krizini göstermesi bakımından da oldukça önemli.

Bir diğer önemli husus ise Siyonizm ve ABD’nin İran’a yönelik başlattığı savaşa karşı, devrimci Marksizmin öne çıkarması gereken tutum.

Savaş ve üç tutum

Üzerinde etraflıca durulmaması gereken birinci tutum İslam Cumhuriyeti rejimine karşı Siyonist saldırganlığın yanında konumlandı. Başını İran rejimine muhalif olan şahçı, liberal, kapitalistlerin çektiği bu tutum yine liberal ya da çarpıtılmış bir laiklik anlayışına sahip çevrelerce desteklendi. Varlığı din üzerine bina edilmiş soykırımcı Siyonizmin İran’a “laiklik” ve emperyalizmle birlikte “özgürlük” vaat edebileceğini savunan bu kesimler sadece İran emekçi halkının değil aynı zamanda tüm bölge halklarının da azılı düşmanları. 

Antiemperyalizm tahlilini “kampçı”, “direniş eksenci” bir zaviyeden yapan, bu nedenle de sınıflar arası mücadele yerine burjuva devletler arası bir çekişmeyi/çatışmayı öne çıkaran akımlar ise haklı olarak, İran İslam Cumhuriyeti’nin Siyonizm ve ABD ortak saldırısına karşı kendisini askeri olarak savunma ve karşı saldırı hakkını destekledi. Ancak tam da “kampçı” bakış açısının bir sonucu olan ehvenişer pozisyonuna sürüklenerek İran İslam Cumhuriyeti rejimine politik desteğe/yedeklenmeye teslim oldu.

Üçüncüsü ise, bizim İşçi Demokrasisi Partisi ve İşçilerin Uluslararası Birliği-Dördüncü Enternasyonal (İUB-DE) olarak savunduğumuz ve devrimci Marksist yöntemi benimseyen gruplar tarafından da alınan pozisyon: İran İslam Cumhuriyeti’nin Siyonizmin ve ABD emperyalizminin saldırılarına karşı kendisini savunma ve karşı saldırı hakkını desteklemek ama bunu İslam Cumhuriyeti rejimine politik destek sunmaksızın yapmak. Yani İran’ın askeri olarak desteklenmesi ama kapitalist, teokratik İslam Cumhuriyeti diktatörlüğünden siyasi bağımsızlığın korunması. Keza bu pozisyon İran’da hem molla rejiminden hem de şahçılardan bağımsız bir alternatifin inşasını -tüm zorluklarına rağmen- sahiplenen sosyalistlerin de pozisyonu.

Yorumlar kapalıdır.