İşçiler niçin muhalefete yönelen baskılara karşı gelmelidir?
Hükümetin İmamoğlu’nun tutuklanması ile zirveye taşıdığı siyasi saldırı biz işçilerin bir kesimi için kabul edilemez görünüyor; bir kesim “Yok aslında birbirlerinden farkları” derken diğerlerine göre daha az ama azımsanmayacak bir kesim ise AKP’yi desteklediğini söylüyor.
Bizler ise İmamoğlu’nun tutuklanması, ilçe belediyelerine kayyum ve CHP’ye kayyum-butlan gibi temel demokratik haklara yönelen saldırıların karşısında durmamız gerektiğini söylerken bu saldırıların emeğe yapılan saldırıların kardeşi olduğunu düşünüyoruz.
Neden mi?
AKP ilk yıllarında yoksulluk, yolsuzluk ve yasaklara karşı mücadele ettiğini iddia ediyordu. İlk seçimde tam da yasaklar (seçim barajı) sayesinde oyların yüzde 34,3’ünü alarak Meclisteki sandalyelerin yüzde 66’sına sahip oldu.
AKP’nin programı bir burjuva program olarak netti: özelleştirme, sendikasızlaştırma, maaşların baskılanması, doğal varlıkların talana açılması… Tüm bunlar mevcut burjuvazinin kârına kâr katmasını, bugün iyiden iyiye serpilmiş olan yeni talancıların önünün açılmasını ve emperyalizme verilen payın artırılmasını sağlayacaktı. İşte bu yüzden AKP ilk yıllarında bu üçlünün (çokuluslu şirketler, eski zenginler ve kendi zenginleri) ortak iktidarı olmayı başardı. Bu süreçte eski tip baskıcı rejimin kalıntılarıyla rekabet ederken demokratikleşme yalanını satmaya çalıştı.
Tabloyu değiştiren 2008 krizi oldu. Dünya genelinde yaşanan seferberlikler, Kuzey Afrika ve Ortadoğu’da patlak veren devrimler AKP’nin demokrasi maskesini makyaj tutmaz hale getirdi. Pasta küçüldü, pay isteyen arttı. Üstüne Gezi ile başlayan kitlesel seferberlik iktidar içi bloğu bile çatırdattı. Nihayetinde Erdoğan’ın burjuvaziyi tatmin etme çabası tam baskıcı bir rejime evrilmekle mümkün oldu.
AKP’den önceki rejimin işçi ve emekçiler için savunulacak bir yanı elbette ki yoktu. Ancak Erdoğan iktidarının bize maliyetine bakalım: En zengin yüzde 5, bugün geri kalanın toplamından daha zengin! 2002 yılında gelir vergisinin 1. dilimi asgari ücretin 15 katından fazla idi, şimdi asgari ücretli dahi altıncı aydan sonra ilk vergi dilimini geçiyor. Kıdem tavanı 2003 yılında asgari ücretin 4,4 katı idi, 2025’te bu oran asgari ücretin 1,7 katına geriledi. Benzer gerilemeleri emeklilerde, sosyal haklarda, eğitim ve sağlığa ayrılan bütçelerde vb. görmemiz de mümkün.
Bu yüzden bize göre tüm bu baskı, umut ve umutsuzluk ortamında öncelikli olarak yapmamız gereken şey işçi ve emekçilerin bağımsız birliğini kurmaktır. Buradan başlamayan veya buraya varmayan hiçbir yol ne Türkiye’yi ne de dünyayı daha iyi bir hale getirebilir. Zira kapitalist ilişkilerden kopamayan hiçbir çözüm önerisi bizlere daha insanca koşullar sunamıyor. Bugün burjuvazi dünyanın hiçbir yerinde demokrasi aradığını yalan da olsa söylemiyor!
Eskiden “iyi, dürüst adam” denen Kılıçdaroğlu bugün AKP’nin rüzgârını kanatlarına alıp partiye tünemeye çalışıyor. Çünkü o, burjuva düzenden kopamayan bir programın savunucusu. 2023 cumhurbaşkanlığı seçimlerinde “seçimlerin olağanüstülüğü” bahane edilerek Kılıçdaroğlu’na yapılan açık çağrılar o gün sınıfın ve Kürt halkının burjuvaziden bağımsız bir şekilde bir araya gelme ihtimalini kurban etti. Kılıçdaroğlu’nun (ve unutmayalım ki Akşener’in de) bugünkü tutumu, eğer seçilseydiler başımıza geleceklerin bir jeneriğidir.
İşçi sınıfına, kendimize dönelim. CHP muhalefetinin bambaşka bir ekonomi programı önermediğini biliyoruz. Ancak saldırıların yalnızca CHP’ye değil, temel demokratik haklara yöneldiğini biliyoruz.
İktidarın iki büyük gücü var: muhalefeti baskılamak ve yoksuldan aldığını zengine dağıtmak. Kuşkusuz ki hükümet birincisini yapabildikçe ikincisini daha güçlü yapacak. Bu yüzden Esenyurt Belediyesi ile başlayan, İmamoğlu ile süren, eski belediye başkanlarına ulaşan bu saldırıların karşısında durmak biz işçi emekçilerin görevidir.
Bugün CHP’ye hiç inanmayan, güvenmeyen yüz binlerce, milyonlarca insan (başta gençler) demokratik seferberliğe katılıyor. Baskıcı rejim bir yandan gözaltı ve davalarla, bir yandan CHP’yi bölmeye çalışarak ama diğer yandan da işçi ve emekçileri daha da baskılayıp yoksullaştırarak zenginlere kendi değerini anımsatıyor. İşte bu yüzden iktidarın soframızdan elini çekmesini söyleyen çağrımız ile hükümetin elinde tuttuğu siyasi tutsakların (İmamoğlu, Demirtaş, Osman Kavala, Can Atalay ve daha niceleri) serbest bırakılmasından yana olmamız, ekmek kavgamıza güç veren taleplerdir.
Baskıların karşısında düzen muhaliflerinin nasıl döküldüğünü görüyoruz. İşte bu yüzden muhalefete yönelik baskılara karşı çıkmayı, “Soframdan elini çek” diyen birleşik ve bağımsız mücadelemizi de güçlendirecek şekilde örmek bizim büyük dermanımız olarak karşımızda duruyor.
Yorumlar kapalıdır.