Kamu işçileri sefalet dayatmasına direniyor
Ocak 2025-2027 arasını kapsayacak ve yaklaşık 600 bin kamu işçisini ilgilendiren, Türkiye’nin en büyük Toplu İş Sözleşmesi (TİS) süreci devam ediyor. Bu sürecin işveren tarafını TÜHİS (rejim), kamu işçileri tarafını ise Türk-İş ve Hak-İş oluşturuyor.
İşçi tarafı süreci şubat ayındaki başvurusu ile başlatmış olmasına rağmen işveren tarafı tekliflerini ancak haziran ayında yaptı. İlk teklif 2025’in ilk 6 ayı için yüzde 16, ikinci 6 ayı için yüzde 8; 2026’nın ilk 6 ayı için yüzde 7, ikinci 6 ayı için yüzde 5. İkinci teklif 2025’in ilk 6 ayı için yüzde 17, ikinci 6 ayı için yüzde 10; 2026 yılına ait bir teklif ise bulunmuyor.
Son yıllarda hükümetin bakanları emekçiye yapılacak maaş zamlarında hedeflenen enflasyon oranının dikkate alınacağını dile getiriyordu ki bu emellerini gerçekleştirme pratikleri halihazırda önümüzde cereyan ediyor.
Gerçek enflasyon oranından düşük veriler açıklayan TÜİK’ten dahi düşük ve onur zedeleyici bu teklifler kamu işçisinin insanca yaşama hakkını görmezden geliyor, kamu işçisine sefaleti dayatıyor. Bu TİS süreci 2025-2027 arasını kapsayacağından bırakalım yoksulluk sınırını, 4 kişilik bir ailenin aylık gıda harcaması, yani açlık sınırı asgari ücretten yüksek seyrederken yürütülen bu süreç kamu işçisi için her zamankinden daha fazla hayati öneme sahip.
Fakat tarafların anlaşamadığı durumda son sözü hükümet ile organik bağı olan Yüksek Hakem Kurulu (YHK) söylüyor. YHK dilediği şekilde karar verebildiği gibi bu kararlar kesin ve toplu iş sözleşmesi hükmünde oluyor. Kararların denetimi de mümkün olmadığından toplu iş sözleşmesi tek taraflı olarak mevcut rejimin keyfiyetine kalıyor.
Bitmedi tabii, 6356 sayılı Kanundaki bürokratik zorlukların karşısında kamu işçisinin bir de mecbur bırakıldığı yandaş sarı sendikalarla mücadele etmesi gerekiyor. Nitekim sendikal bürokrasi bu süreçte de hareketsiz kalmayı deniyor ancak kamu işçisi bu sefalet dayatmasına boyun eğmiyor; yapılabilecek en yakın yerde eyleme girişiyor, yol kapatıyor, basıncı ile sendikaya öğlene kadar iş bıraktırıyor, hatta üzerine grev sinyali bile verdirtiyor.
Birçok grev yasağına ek olarak “milli güvenliği” bozucu nitelikte kabul edilen grevler Cumhurbaşkanı tarafından ertelenebiliyor. Hâlbuki bu hüküm grevin ertelenmesine değil, esasen grevin işlevsiz kılınmasına yol açıyor. Dolayısıyla işçinin talebini dile getirdiği her kulvarda “milli güvenlik” tehlikesi görüp en güçlü grev kırıcı görevini yerine getiren ve işçinin karşısına doğrudan dikilen hükümet olmuş oluyor. Kamu işçilerine “söz hakkı” vermeksizin bürokratik yollarla dayatılan toplu iş sözleşmesinin meşruluğundan bahsedemeyiz. Toplu İş Sözleşmesi’nin meşruluğundan bahsedebilmemiz için öncelikle sendikal örgütlenmenin ve grevin pratik sonuçlarının önünü tıkayan bürokratik kanunlar kaldırılmalı, tüm kamu işçilerine grev hakkı tanınmalı, Hakem Kurulu’nun yapısı bağımsız, kararları denetime açık olmalıdır. Özellikle hukuki güvenlik ve öngörülebilirliğin kalmadığı bu son dönemde tepeden inme sefalet dayatmalarına karşı emekçilerin birleşik ve örgütlü mücadele hattında buluşması gerekiyor.
Yorumlar kapalıdır.