Süreç ayrı demokratikleşme ayrı

Aylardır yalnızca Türkiye kamuoyunun değil, uluslararası toplumun da dikkatle izlediği bir sürecin içindeyiz.

Sürecin seyri içinde inisiyatifin fazlasıyla rejimde olduğu görülüyor. Tek Adam rejiminin karakteri ve güncel icraatları, bu sürecin demokratikleşmeye hizmet edecek kısmi bir siyasal dönüşüm yaratma potansiyelinin dahi ciddi sınırlılıklara tabi olduğunu her gün biraz daha açığa vuruyor.

Kürt siyasi hareketi, sürecin zorluklarını da görerek, bir yol kazasına sebebiyet vermeme hassasiyetiyle farklı bileşenleri üzerinden uyarılar yapmayı sürdürüyor. Sürecin yasal zemine kavuşturulması, toplumsallaştırılarak üzerine bina edileceği zeminin genişletilmesi; kapsamının güçler dengesinin de izin verdiği ölçüde genişletilmesi için çabalıyor.

Ancak bu çabaya rağmen yolda birçok engel var. Bir yandan mecliste komisyon kurulması ve PKK’nin sembolik bir törenle silahlarını teslim etmesi gündemdeyken öte yandan sürecin ana aktörü Öcalan sınırları esnetilse de hâlâ tecrit altında. Demirtaş, Yüksekdağ gibi sayısız siyasi tutsak hâlâ serbest bırakılmış değil. Ağır hasta tutsaklara ilişkin düzenleme çağrıları ivedilikle ele alınmıyor. Hatta huzura kavuşması ümit edilen dağlardan silahlı operasyonların devam ettiği haberleri geliyor.

Şurası kesin, Tek Adam rejimi açısından demokratikleşme gibi bir gündem söz konusu bile değil. Öncelikli tehdit algısı değişmiş durumda ve artık öncelikli hedef Kürt hareketi değil, CHP. Burjuva ana muhalefet partisine arka arkaya yapılan saldırılarla “Ya boyun eğ ya da ezil” mesajı veriliyor.

Kürt siyasiler sürece zarar vermemek adına bu otoriter gidişata yalnızca itirazla yetinmekte. İlk bakışta anlaşılır olan bu hassasiyet, rejim açısından kolayca suistimal edilebilir bir kırılganlığa dönüşüyor. Bu kırılgan zemin, süreci sahiplenmenin ötesinde, rejimin peşinden sürüklenme riskini de barındırıyor.

Bu atmosferde bir “yeni anayasa” sürecinin gündeme getirilmesi ise geri dönüşü mümkün olmayan bir hata olacaktır. Eğer kırmızı bir çizgi çekilecekse bu sınırı işaretlemeli.

Silahların susması için bu iktidarla masaya oturmak ne kadar anlaşılır ve meşruysa, bu iktidarı demokratik bir anayasanın kurucu gücü olarak kabul etmek o derece yanlış olur. Bu, demokratik toplum iddiasıyla bağdaşmayacak bir yük olur.

İfade özgürlüğünün baskılandığı, bir karikatür bahanesiyle mizah dergilerinin hedef alındığı, lgbti+ların devlet ricali tarafından şeytanlaştırıldığı, göstermelik seçimle ilerleyecek bir rejime geçişin yoklandığı bu ülkede “süreç” ile “demokratikleşme” arasındaki bağı otomatikman varsaymak gibi bir lükse sahip değiliz.

Silahların susması, uzun vadede emekçilerin birliği, şovenizmin geriletilmesi ve sınıf hareketinin önünün açılması açısından önemlidir. Ancak sürecin demokratik kazanımlar için değerlendirilmesi ne kadar meşru ve gerekliyse, rejimin otoriter karakterinin ve hedeflerinin hesaba katılması da o derece zaruri.

Demokratikleşme; işçi sınıfının ekmek ve özgürlük kavgası ile Kürt halkının eşitlik mücadelesinin, kadınların, lgbti+ların, gençlerin, Alevilerin özgürlük taleplerinin bir arada ele alınmasıyla, kitlelerin bu yönlü birleşik mücadelesiyle kazanılacak. Silahların susması, bu kavgayı kolaylaştırdığı ölçüde tarihsel anlamını kazanacak.

Yorumlar kapalıdır.