Kuruluşunun 10. yılında: İşçi Demokrasisi Partisi Genel Başkanı Oktay Çelik ile söyleşi
İşçi Demokrasisi Partisi’nin 21 Ağustos 2015’teki kuruluşunun üzerinden 10 yıl geçti. Geride bırakılan mücadele dolu on yılı, partinin üzerinde yükseldiği 55 yıllık birikimi ve önümüzdeki döneme dair politik ve örgütsel perspektiflerini, İDP Genel Başkanı Oktay Çelik’le konuştuk.

İDP’nin kuruluşunun üzerinden 10 yıl geçti. 2014’te girişim olarak ilan edildi, ardından 2015 Ağustos’unda partileşti. O dönemin politik atmosferini de düşündüğünüzde, bu adımı atmaya iten en temel nedenler neydi sizce? Hangi ihtiyaçlar o süreci belirledi?
Oktay Çelik: Bu soruyu cevaplamak için biraz geriye, 2008 yılına gitmemiz doğru olur. Hatırlayalım; 2008 dünya ekonomik krizi mali piyasaları çökertti. Batmasına müsaade edilemeyecek denli büyük denen yüzyıllık kapitalist şirketler darmaduman oldu. Bütün piyasa balonları patladı. Şirketler iflas etti. Sistem işlemez hale geldi. Sonuç: Küresel düzeyde işsizler ordusuna 20 milyon emekçi daha eklendi. Her zaman olduğu gibi burjuva hükümetler; sorunu, faturayı işçi sınıfına ve topluma ödeterek aşma yoluna gitti. Krizin ilk etkisiyle 20 milyon insan işsiz kalmışken çözüm diye sunulan reçeteler işsizler ordusuna 50 milyon insanın daha eklenmesine yol açtı. İşsiz sayısı 200 milyonu aştı. Mali kriz küresel düzeyde işçi sınıfı ve toplum üzerinde derin bir ekonomik ve sosyal yıkıma dönüştü. İşten çıkarma, düşük ücret, güvencesiz ve esnek çalıştırma, sosyal hak kayıpları genelleşerek derinleşti. Ve hızla siyasal bir kriz hüviyetine büründü.
Türkiye de 2008 dünya ekonomik krizini derin şekilde yaşadı. “Teğet geçecek” denilen kriz Türkiye ekonomisinin bir dönem yüzde 14’ün üzerinde daralmasına, işsizliğin resmi rakamlara göre dahi yüzde 14’ün üzerine çıkmasına yol açtı. 2008 krizinin en önemli kalıcı sonucu işçi sınıfı ve toplumların gelir ve hayat standardında artan bir gerileme; ekonomik ve sosyal yıkım; hak ve özgürlüklerin sistematik olarak aşınmasına yol açan siyasi demokrasi kaybı oldu.
Nitekim 2008 dünya ekonomik krizi önce 2011’de Kuzey Afrika ve Ortadoğu halk isyanlarını tetikledi. Ardından 2013-2014 yıllarında Türkiye dahil hemen hemen bütün ülkelerde halk ayaklanmalarının sahne almasına yol açtı. Bu bir dönüm noktasıydı. Bardak taştı, zemberek boşaldı ve yönetenlerin eskisi gibi yönetemediği, yönetilenlerin de eskisi gibi yönetilmek istemediği bir döneme girdik. Kapitalizmin ve burjuva hükümetlerinin reforme edilemeyeceği, tüm bilimsel-teknolojik gelişmelere rağmen daha insani bir kapitalizmin mümkün olamayacağı, aksine baskı ve şiddetin yoğunlaşacağı Bonapartist ve hatta faşist yönetimlerin ağırlık kazanacağı, küresel felaketlerin eşikte olduğu ve ama buna direnen, eşit ve özgür bir dünya isteyen milyonların seferberlikleriyle de belirlenen bir dünya! İnsanlığın içinde bulunduğu krizlerin hiç olmadığı oranda bir önderlik krizine dönüştüğünü gördük. Ekonomik ve demokratik sorunların sistem içi bir çözümünün olamayacağı çok açıktı. Ehvenişerci, aşamacı, yedeklenmeci, işbirlikçi politikaların karnesi ortadaydı. 1989 sonrası pusulası kırılmış, ideolojik boşluğa düşmüş, sınıf odağını yitirmiş, enternasyonal ufku olmayan geleneksel sol hareketler gerçeği, sadece zamanın değil bütün bir geleceğin kaybına yol açmaktaydı. İşçi Demokrasisi Partisi (İDP) işte bu politik krize ve boşluğa, tüm mütevazılığı ile, emekten yana, enternasyonalist, devrimci ve sosyalist bir yanıt ve çözüm olma çaba ve iradesiyle doğdu.
Politik mücadeleler boşlukta salınamaz. Devrimci sosyalist bir program ve yöntem üzerine inşa olması gerekir. İDP bu anlamda 55 yıllık bir teorik-politik ve örgütsel mücadele ve birikimin ürünü üzerine kuruldu.
Geçtiğimiz yıl Enternasyonal Yayıncılık tarafından yayımlanan İşçi Demokrasisi Partisi’nin Tarihsel ve Politik Kökenleri kitabınızda da altını çizdiğiniz gibi, İDP 2015’te bu belirtmiş olduğunuz perspektif ve irade ile kurulmuş olsa da kökleri 1970’lerin devrimci Marksist geleneğine dayanıyor. Bu sürekliliği siz nasıl tarif edersiniz? Bu tarihsel hat bugün İDP’de nasıl somutlanıyor?
Mücadelenin organik bir bütün olduğuna inanıyoruz. Devrimci fikirler ve eylem ancak militan bir işçi hareketiyle gerçek anlamına kavuşabilir. Bizim ilk kırmızı çizgimiz bu. Politik mücadeleler boşlukta salınamaz. Devrimci sosyalist bir program ve yöntem üzerine inşa olması gerekir. İDP bu anlamda 55 yıllık bir teorik-politik ve örgütsel mücadele ve birikimin ürünü üzerine kuruldu. Kökü devrimci Marksizmin tarihsel ve politik mücadele geleneğine dayanıyor. Hiç kuşkusuz bu mücadele geleneğinin odağında Türkiye’de Troçkizmin önde gelen kurucularından Muhittin Karkın yoldaşımız yer alıyor. Muhittin ve yoldaşları devrimci Marksizmin bir politik akım olarak var olmasının temellerini attılar. Özellikle 1978’de kurulan İşçi Cephesi, İDP’nin üzerine yükseldiği bütün tarihsel ve politik mücadele geleneğini temsil ediyor. Muhittin Karkın yoldaşımız partimizin ve geleneğimizin kurucusu olarak daima en müstesna yerde durmaya devam edecek. Peki, nedir bu tarihsel ve politik mücadele geleneği? Mutlak şekilde işçi sınıfını, ezilen ve sömürülen kesimleri politikasının ve inşasının merkezine koyan, partinin ve önderliğin inşasının ancak sınıf mücadelesinin ve sınıf seferberliklerinin bir ürünü olabileceğini bilen, reformizm değil devrim diyen; kendinden menkul, maceracı, hareketçi, ikameci, sekter, bürokratik ve küçük burjuva anlayışlarla yolunu ayrı tutan ve onlarla teorik ve politik düzeyde mücadele eden tutarlı, devrimci ve sosyalist bir politik gelenek ve akım!
Maalesef sol-sosyalist hareket enerjisini çoğunlukla mücadeleyi birleştirmek, bağımsız ve kitlesel bir sınıf hareketi inşa etmek yerine bu iki burjuva kamptan daha ilerici gördüğüne destek vermek için harcamaya devam ediyor. Bu tabloya itirazımız var. Emeğin programının ve mücadele kampının inşasını her şeyden öncelikli görüyoruz. O yüzden Emek İttifakı vurgusunu temel bir politik çağrı olarak öne çıkardık.
10 yılı geride bırakırken Türkiye’de sınıf mücadelesinde sizce ne gibi değişimler yaşandı? Dinamiklerde bir kırılma ya da dönüşüm görüyor musunuz? İDP bu süreçte nerede durdu, nasıl müdahil oldu? Artıları ve eksileriyle süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?
Son 10 yılın en önemli değişimi yarı Bonapartist rejimin 20 yılın ardından yeniden Bonapartist bir karakter kazanması oldu. Bugün Türkiye Tek Adam rejimi olarak ifade ettiğimiz Bonapartist bir rejime sahip. Rejimler sandıkta değişmez! Türkiye’de de öyle oldu. Fethullah Gülen hareketiyle girilen iktidar mücadelesinin tüm devlet kurumlarına sirayet etmesi; Kürt siyasi hareketiyle yürütülen çözüm sürecinin çökmesi, 2008 dünya ekonomik krizinin devam eden etkileri; 2011 Arap isyanlarının yarattığı bölgesel değişimler ve bunların bir sonucu olarak özellikle 7 Haziran 2015 seçimleri sonrası MHP’nin köklü bir politika değişikliğiyle AKP’yi desteklemeye başlamasıyla birlikte, 2015’ten itibaren rejim içi güçler dengesi değişti. 15 Temmuz askeri darbe girişimiyle birlikte Bonapartist rejimin altyapısı oluştu. Türkiye hızla OHAL yönetimine geçti. Referandumla başkanlık sistemi kabul ettirildi. Erdoğan Türkiye’yi KHK’lar ile yönetmeye başladı.
Bu yeni tablonun ilk sonucu Türkiye’nin iktidar ve muhalefet olarak iki kutba bölünmesi ve seçimler dahil her tutum ve pozisyonun bu duruma göre şekillenmesi oldu. İDP olarak bunun bir demokrasi yanılsaması olduğunu, işçi sınıfını, ezilen ve sömürülen kesimleri programsız ve önderliksiz bıraktığını ve günün sonunda iki burjuva kampa mahkûm ettiğini söyledik. Maalesef sol-sosyalist hareket enerjisini çoğunlukla mücadeleyi birleştirmek, bağımsız ve kitlesel bir sınıf hareketi inşa etmek yerine bu iki burjuva kamptan daha ilerici gördüğüne destek vermek için harcamaya devam ediyor. Bu tabloya itirazımız var. Emeğin programının ve mücadele kampının inşasını her şeyden öncelikli görüyoruz. O yüzden Emek İttifakı vurgusunu temel bir politik çağrı olarak öne çıkardık. Demokratik mevzilerin savunusu ve siyasi demokrasi için mücadele kuşkusuz temel bir politik ihtiyaç ve gereklilik. Lakin sınıfsız bir demokrasi olmadığı gibi ekonomiyle ilişkisiz bir demokrasi de söz konusu olamaz.
Emek İttifakı her şeyden önce işçi sınıfının, ezilen ve sömürülen tüm kesimlerin sahip olduğu dönüştürücü ve kurucu güç ve kudretin tespitidir. İki burjuva kampın dışında emekçilerin ve ezilenlerin devrimci bir seçenek yaratma imkân ve zorunluluğuna bir atıftır. Sınıfın devrimci potansiyelinin harekete geçmesinde sol-sosyalist hareketin üzerine düşen görev ve sorumluluğa bir çağrıdır.
Emek İttifakı vurgusunu özellikle 2019’dan bu yana ısrarla öne çıkarıyorsunuz. Bugünün ekonomik ve siyasal krizleri karşısında bu çağrı nasıl bir çözüm öneriyor, nereye işaret ediyor?
Çok açık ki kapitalist sistem durdurulamazsa üzerinde yaşayacak bir dünyamız olmayacak. Sağlık krizinden çevresel yıkıma, ekonomik krizden sosyal çöküşe, soykırımlardan askeri işgal ve savaşlara dek kapitalist düzen bir çoklu kriz içinde bulunuyor. Bu çoklu kriz ve yıkımdan dünyayı kurtarabilecek devrimci sosyalizm dışında bir başka seçenek yok. Biz buna inanıyoruz. Tüm tarihsel ve güncel bilgi ve olgular da bu gerçeğe işaret ediyor. Ama fikirler ne denli güçlü, haklı ve doğru olsa da milyonların kalbinde ve aklında, oldukları haliyle hemen yer edinemez. Kitlelerin fikrin sahiplerine inanması, güvenmesi, gücüne ikna olması gerekir. Emek İttifakı her şeyden önce işçi sınıfının, ezilen ve sömürülen tüm kesimlerin sahip olduğu dönüştürücü ve kurucu güç ve kudretin tespitidir. İki burjuva kampın dışında emekçilerin ve ezilenlerin devrimci bir seçenek yaratma imkân ve zorunluluğuna bir atıftır. Sınıfın devrimci potansiyelinin harekete geçmesinde sol-sosyalist hareketin üzerine düşen görev ve sorumluluğa bir çağrıdır. Rejimden, her türlü burjuva ideoloji ve kamptan, emperyalizmden ve kapitalizmden kopuşun politik zeminine yönelik bir işarettir.
Dünya sınıflar mücadelesi devrimci örgütler için enternasyonalizmin bir tercih ya da şıklık meselesi olmadığını, hem zaferle yenilgiyi tayin eden hem de politik rotayı belirleyen hayati bir mekanizma olduğunu defalarca gösterdi.
İDP enternasyonalist bir parti; ama bu çoğu zaman sadece “uluslararası dayanışma” gibi dar bir çerçevede anlaşılıyor. Oysa bizim açımızdan enternasyonalizm çok daha bütünlüklü bir politika ve inşa metodolojisi. Sizce bir partinin enternasyonalist olması ne anlama geliyor? Bugün bu perspektif İDP’nin politikalarına nasıl yansıyor?
Dünya sınıflar mücadelesi devrimci örgütler için enternasyonalizmin bir tercih ya da şıklık meselesi olmadığını, hem zaferle yenilgiyi tayin eden hem de politik rotayı belirleyen hayati bir mekanizma olduğunu defalarca gösterdi. Enternasyonalizm yoksunluğu herhangi bir gözlükle tedavi edilemeyecek bir politik görme sorunudur. Dolayısıyla öncelikle şunun altını çizelim: Devrimci bir partinin enternasyonalist olması onun özelliklerinden herhangi biri değil asli politik kimliği olmalıdır. Çünkü bir dünya sistemi olan kapitalizme karşı politik mücadeleler yerel-ulusal düzeylerde verilse de ancak enternasyonal düzeyde kalıcı başarıya ulaşabilir. Bu ne anlama geliyor? Günümüzde kapitalist şirketler dünyanın her yanında iş yapıyorlar. Bir otomobil markasının onlarca ülkede fabrikaları ve her ulustan binlerce işçisi olabiliyor. Buna bankaları, gıda, perakende, enerji ve teknoloji şirketlerini ekleyebiliriz. On milyonlarca işçi birkaç yüz ya da bin şirketin çalışanı durumunda. Her bir ülkede bu fabrika ve işyerlerinde çalışan işçiler benzer sömürü sorunlarını yaşıyorlar. Hak ve ücretleri için örgütleniyor, mücadele ediyor, sendikalaşıyorlar. Patronlarından aldıkları ilk cevap işyerinin bir başka ülkeye taşınması tehdidi ya da üretim kaybını bir başka ülkede telafi etme girişimi oluyor. Nitekim her birinin kendi hükümetleri de bu şirketleri destekliyor. Enternasyonalist bir işçi ve siyasi hareketin varlığı buna engel olacaktır. İşçi sınıfının dünyayı parsellemiş sermaye karşısında daha örgütlü ve birleşik bir mücadele vermesine olanak sağlayacaktır. Sermayenin akışkanlığı ve uluslarüstü varlığı karşısında emeğin yerelliği ve bağımlılığı ancak enternasyonalizmle aşılabilir. Bunun aracı da dünya partisidir. Enternasyonalizm, kuşkusuz dayanışmayı da içeren ama daha ötesinde ortak mücadele aracı ve anlayışıdır!
Önümüzdeki 10 yıla bakarken hangi mücadele başlıklarının ön plana çıktığını düşünüyorsunuz? İDP, nasıl bir örgütlenme ve inşa hedefi ortaya koyuyor?
Önce şunu ifade edelim: 2008 dünya ekonomik krizi aşılamadı. Kapitalizm kimi manevralarla krizini aşmaya çalışsa da hepsi geri teperek krizin daha da derinleşmesine yol açtı. Trump’ın üstelik iki kez ABD başkanı seçilmesi, onun sakil gerici politika ve hayal gücünün dünyaya egemen olması ancak aşılamayan 2008 krizi ve rıza ve umut üretemeyen çürüyen emperyalist-kapitalist sistem gerçekliğinde açıklanabilir. Dolayısıyla önümüzdeki 10 yıl, geride bıraktığımız 10 yılın birikmiş tüm bu sorunlarının yoğunlaşarak var olmasıyla belirlenecek. Bu koşullarda antikapitalist olmayan hiçbir fikir ve hareketin başarıya ulaşması, olumlu bir sonuç üretmesi, felaketleri durdurması, geri çevirmesi mümkün olamaz. Antikapitalist olmanın özü sermaye karşısında odağını işçi sınıfının ve emek hareketinin oluşturduğu, tüm ezilen ve sömürülen kesimleri kapsayan sınıf mücadelesi ve sınıf seferberlikleridir. İDP tam bu kavşakta durmaya devam edecek.
İkinci olarak, emperyalist-kapitalist egemenlik kaybı, kriz ve çürüme dünyada giderek derinleşmekte olan yerel ve bölgesel bir başıbozukluk ve vurgunculuk alanı açtı. İsrail’in Filistin’e yönelik topyekûn işgal ve soykırım girişimi bu kaotik tablonun en trajik yansıması. Keza Rusya’nın Ukrayna’yı işgali ve “kuralsız” bir dünyada mali ve askeri güç ve baskı ile sonuç alabilmenin mümkünlüğü emperyalizmi adeta yeni bir sömürgeci dönem çizgisine yerleştiriyor.
Kuşkusuz kapitalizm boşlukta var olamaz. Burjuva hükümetler ve NATO gibi emperyalist aygıtlar kapitalist sistemin koruyucu ve yürütücüleri. Bu tabloda burjuva rejimlerin her yerde Bonapartist karakter kazanma eğiliminde olduğunu, emperyalist aygıtların askeri yığınak ve saldırganlığının ön plana çıktığını görüyoruz. Sınıflar mücadelesinin derinleşmesine paralel olarak eğer işçi ve sol hareket bir seçenek olamaz ise daha büyük yıkımların yaşanması, milliyetçi-şoven hareketlerin taban kazanması, faşist rejimlerin yeniden birer gerçeklik haline gelmesi söz konusu olabilir.
İşçi hareketi ve sol hareket burjuva devletten, sermayeden ve her türden bürokrasiden bağımsız olabildiği ölçüde bir seçenek haline gelecek.
Dolayısıyla, ekonomik ve demokratik mücadelenin organik bir bütün olduğu gerçeğini unutmadan ekmek ve demokrasi mücadelesini tek bir program altında bir arada sürdürmek ve baskıcı sermaye rejimlerine karşı mücadelenin mutlak surette antiemperyalist temelde ve enternasyonalist çizgide olması gerekiyor. İDP olarak mücadele ve örgütlenmemizi tam olarak bu gerçekliğin içinde inşa etme gayreti gösteriyoruz. Kapitalizm altında bir çözüm olmadığı gibi mevcut dünya koşulları içinde antiemperyalist özden yoksun, enternasyonalist olmayan yerel-tekil-ulusal mücadele ve anlayışların da kalıcı bir çözüm üretmesi mümkün olamaz. İşçi hareketi ve sol hareket burjuva devletten, sermayeden ve her türden bürokrasiden bağımsız olabildiği ölçüde bir seçenek haline gelecek ve inanıyoruz ki sınırsız, sınıfsız ve sömürüsüz bir dünyayı mümkün kılacaktır.
Yorumlar kapalıdır.