Sürece dair notlar…

Süreç ilerliyor, devlet güvenlikçi yaklaşımını büyük ölçüde koruyor. Dem Parti ise meselenin demokrasi, hak ve özgürlükler zemininde ele alınmasının gerekliliğini vurgulamaya, kendi mensup ve müttefiklerini bu yönde harekete geçirmeye çabalıyor.

Şimdiye dek Kürt siyasi hareketinden silahlı örgütün feshi ve silahların sembolik bir törenle bırakılması gibi adımlar geldi. Mecliste kurulan komisyonu da iktidarın ilk adımı olarak görebiliriz. Tüm bu adımların, kalıcı sonuçlar doğurmayan birer ön adım olduğu, meselenin özüne dokunmaktan ziyade dokunabilecek adımlara zemin hazırlamaya yöneldiği aşikar.

Öze dair tartışmaların nasıl yürüyeceğini göreceğiz. Sorun dile dair olmasa da öncelikle dildeki yansımaları göze batıyor. Nitekim aynı zamanda bir çeşit mücadele olan bu müzakere süreci ilk sınavını sürecin nasıl adlandırılacağı konusunda veriyor. Öyle ya, “Terörsüz Türkiye” ile “Barış ve Demokratik Toplum” arasındaki fark bariz. Komisyona verilen “Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi” isminin, komisyonda yürüyecek faaliyet ile örtüşüp örtüşmeyeceği bilinmez ama görülen o ki komisyonda bulunan herkesi kesen bir formül bulunmuş oldu.

Hangi yaklaşımın sürece ne kadar renk verebileceğini siyasetin şekillenişi belirleyecek. Bu gidiş, bir tarafın diğerinin sırtını tek seferde yere vurduğu bir güreş müsabakasına değil iki tarafın da güç topladıkça rakibine yüklendiği uzun bir bilek güreşine benzeyecektir.

Tabii bu mücadelenin spor müsabakalarına benzemeyen bir yönü var, o da bir tarafın aynı zamanda kuralları koyma gücüne sahip olmasıdır. Devletle masaya oturmak bunu göze almak demek.

İyi ama Tek Adam rejiminin söz gelimi Suriye’deki güçler dengesi istediği gibi şekillenmediği veya yeni bir anayasanın istediği şekilde oluşturulmasına beklediği desteği bulamadığı koşullarda masayı devirmesine kim, nasıl mani olacak?

Bu noktada Kürt siyasi hareketinin önderliği kendisine güveniyor. Fakat bu coğrafyada ve mevcut güçler dengesi içindeki bir tarihsel kavşakta Kürt halkı ve her milliyetten, inançtan milyonlarca işçi ve emekçiden başka güvenilebilecek kimse yoktur. Kitlelerin seferberliği dışında rejimi dizginleyebilecek, sınırlayabilecek, sıkıştırabilecek ilerici tek bir güç yoktur. Hal böyleyken ortada sürece kitlesel bir karşı çıkış olmadığı gibi onu sahiplenen ve heyecanını duyan bir toplum gerçeği olmadığı da gözlerden kaçmamalı.

Kürt siyasi hareketinin kendisini hangi taleplerle sınırladığı bir yana, ezilen bir ulusun herhangi bir hakkının tanınmazken tanınır hale gelmesi tüm emekçilerin faydasınadır. Bu bağlamda demokratik hak ve özgürlüklerin bir pazarlık konusu olmaktan çıkarılarak bir kazanım haline getirilmesi emekçilerin ve ezilenlerin bu doğrultudaki seferberliğini zorunlu kılıyor.

Bu bakımdan sınıf siyaseti yürütenlerin Kürt halkının demokratik ve ulusal haklarının tanınması için net bir politik tutum ve birleşik bir mücadele hattı ortaya koyması gerektiği gibi Kürt siyasi hareketinin de yüzünü Şimşek programı altında yaşam savaşı veren emekçilere, sendikal özgürlükleri ayaklar altına alan işçilere daha çok dönmesi gerekir.

Bu başarılabilir mi? Kolay görünmüyor. Kürt siyasi hareketinin ideolojik gıdasını aldığı kaynağın kapitalist toplumda sınıfların merkezi mahiyetini anlamaktan gitgide uzaklaşan ve bunun yerine liberal/anarşizan devlet-toplum ikiliği okumasını koyan yaklaşımı, Kürt siyasi hareketinin kalıcı ve kapsamlı kazanımlar elde etmeye giden yolda kendi elini kolunu bağlamasına yol açıyor.

Kapitalist toplumda emek-sermaye çelişkisi, arada bir değinebileceğiniz “meselelerden bir mesele” değildir. Siyasi alanı bir dizi eşdeğer meselenin birbirine eklemlenmesi, mücadeleyi ise bu meselelerin taşıyıcılarının ittifakı olarak kavramakta ısrar etmek sahiplerine -demokrasi ufukları burjuva demokrasisi ile sınırlı ise dahi- ancak sukutuhayal getirir. Umarız ki öyle olmasın.

Yorumlar kapalıdır.