İklim krizinin artık bilimsel bir rapordan çok, yakınımızda yanan ormanlar, kurumakta olan göller ve göç etmek zorunda kalan kuşlarla hayatımıza girdiği bu çağda, 24 Temmuz’da Resmi Gazete’de yayımlanan ve maden yasasında yapılan değişiklikleri içeren yasal düzenleme, ekolojik dengenin ve insanca yaşam hakkının daha derin şekilde yara alacağı kaygısını yükseltiyor.
Yeni yasa kapsamında özellikle maden aramalarının genişletilebileceği bölgelerde yaşayan yurttaşlar tedirgin. Tarım ve hayvancılıkla geçinen kesimler, su kaynaklarının ve yaşam alanlarının tehlikeye gireceğini belirtiyor. Yasada kamu denetimi geri plana atılmış, karar süreçleri yalnızca ekonomik fayda eksenine oturtulmuş durumda. Yeni düzenlemeye göre, özel şirketlerin maden ruhsatı alması kolaylaştırılırken, bazı orman ve sit alanlarında madencilik faaliyetlerinin önü açılıyor. Ayrıca çevresel etki değerlendirme (ÇED) süreçlerinin esnetilmesi ve izin alma sürecinin hızlandırılması da dikkat çeken başlıklar arasında yer alıyor. Geçmişten günümüze bu süreçlerin denetimsizliği nedeniyle yaşanan onca faciaya karşılık yeni yasa değişikliği ile denetimsizliğin kalıcı hale getirilmesi yasalaştırılmış vaziyette.
Bakanlık söz konusu yasanın “Türkiye’nin maden ve enerji bakımından bağımsızlığı için kritik önem arz ettiğini” belirtirken ekonomik kalkınma bahanesi ile doğa, insan sağlığı ve yerel halkın yaşam hakkı yok sayılıyor. Zira madencilik ruhsatları için çeşitli kolaylıklar sağlanırken, en dikkat çeken düzenlemelerden biri şu: Zeytinlik alanlarda “kamu yararı” gözetilerek madencilik yapılabilmesinin önü açılıyor. Ancak buradaki politik problem, “kamu yararı” tanımının belirsizliğinde saklı.
Yasada öne çıkan bir diğer düzenleme ise zeytin ağaçlarının taşınabilir sayılması. 6 Şubat depremlerinin üzerinden 2,5 yıl geçmesine rağmen depremden etkilenen 10 ilde hâlâ daha hayat kurulamamış, altyapı sorunları dahi çözülememişken yeni yasada belirtilen zeytinliklerin sökülerek taşınmasına dair düzenlemenin, insan yaşamının ve sağlığının hiçe sayıldığı bu düzende hiçbir surette işlevsel olmayacağı bir gerçektir. Meselenin bu şekilde çözüleceğine inanılması da yaşanan iklim krizi bakımından içler acısıdır. Bununla birlikte uzmanların yüksek sesle belirttiği üzere, zeytin ağaçlarının taşınması ekolojik dengeyi ve tarımsal sürdürülebilirliği tamamen olumsuz etkiler. Zeytin ağacının taşınması ile uzun bir süre ürün vermemesi, duruma göre hiçbir şekilde ürün vermemesi riski ile karşılaşılır, zeytin ağaçlarının bulunduğu bölgelerde yaşayan habitatın, biyolojik çeşitliliğinin yok olmasına yol açılır ve bir zeytinliğin sökülmesi bölgedeki karbon dengesini bozar. Kısacası, sökülen zeytin ağaçları ekosistemden koparılmış sayılır.
İktidarın dilinde ekonomik kalkınma amacıyla yeni maden yasası düzenlemesi yapıldığı belirtiliyor. Ancak eğer bu kalkınma toprağını, suyunu, ağacını kaybeden köylüye rağmen yapılacaksa, yeraltı sularını kirletecek sonuçları olmasına rağmen yapılacaksa, iklim krizini çözüme ulaştırmak yerine doğayı daha da tahrip edecek olmasına rağmen uygulanacaksa bu mesele, tek başına bir çevre meselesi değil, adalet ve demokrasi meselesi haline gelmiş olur. Bu yüzden başta Kaz Dağları ve Munzur Vadisi olmak üzere birçok bölgede çevre örgütleri yasa sonrası acil eylem planlarına başladı. Çeşitli ekolojik platformlar yaptıkları ortak açıklamada, “Doğayı sermayeye teslim eden bir yasa ile karşı karşıyayız” ifadelerine yer verdi. Ankara’da, Türkiye’nin dört bir yanından gelen köylüler TBMM Dikmen Kapısı önünde nöbet tutuyor, tutulan nöbetler açlık grevi ve oturma eylemlerine dönüşmüş durumda. Kaz Dağları, Akbelen, İkizdere örneklerinde görüldüğü gibi, yerel mücadeleler ekolojik hakları savunmanın en somut zemini olmaya devam ediyor.
Yorumlar kapalıdır.