Akbelen direnişi ve “işgal yasası”
Limak Holding’in iştiraki olan YK Enerji’nin kömür madeni sahasını genişletmek için Akbelen Ormanı’nı talan etmesine karşı İkizköylülerin direnişi 2019’dan beri sürüyor. 2023’te yoğun ağaç kesimleriyle orman fiilen yok edilmişti. 24 Temmuz 2025’te yürürlüğe giren 7554 sayılı yasanın hemen ardından ise ilk hedef zeytinlikler oldu. 15 Eylül sabahı erken saatlerde, kolluk kuvvetleri eşliğinde bölgede zeytin ağaçlarının sökümü ve güya taşınması için çalışmalar başlatıldı. Şirket, asker eşliğinde girdiği ormanda köylülerin direnişiyle karşılaşınca yalnızca birkaç ağacı sökebildi ve alandan çekilmek zorunda kaldı.
Bunun hemen ardından, 28 Eylül Cumartesi günü Toprağımızı Vermiyoruz Platformu’nun çağrısıyla Muğla’da kitlesel bir miting düzenlendi. Ülkenin dört bir yanından yaşam savunucusunun, derneklerin, sivil toplum kuruluşlarının, siyasi partilerin yer aldığı miting, Gezi Direnişi’nden Sumud Filosu’na dek mücadelelerin selamlanması ile başladı. Mücadelenin Akbelen’le de zeytinliklerle de sınırlı olmadığı; temelden bir yaşam mücadelesi olduğu sıklıkla vurgulananlar arasındaydı.
Mitingte konuşan TTB Merkez Konsey Başkanı Prof. Dr. Alpay Azap’ın söylediğine göre; her 100 insanın 92’si kirli hava soluyor ve kirli hava, her yıl 50 bin insanın erken ölmesine sebep oluyor. Ne kadar korkunç değil mi? Ekolojik yıkımın bedeli toplum sağlığı, canlı hayatın yok olması. Yani iklim krizi demek aynı zamanda sağlık krizi demek.
Doğaya, insana, hayvana dönük tüm bu saldırıların toplumsal ve siyasal kriz dönemlerinde, rejimlerin otoriterleşmesine paralel gelişiyor olması da tesadüf değil. Çünkü bu krizlerin göbekten bağlı olduğu; insanları açlığa, doğayı ölüme terk eden tek bir kriz var aslında: kapitalizmin krizi. Kapitalizmin kendisi de diyebiliriz. Bir avuç zenginin kârı uğruna dünya üzerindeki bütün canlılığı yok edebilecek bir sistem bu, aklı da mantığı da bu kadar.
7554 sayılı “işgal yasası” ne amaçlıyor?
“İşgal yasası” olarak da anılan 7554 sayılı kanun, maden ve enerji şirketlerine yeni imtiyazlar tanıyor:
- ÇED (Çevresel Etki Değerlendirmesi) raporlarını işlevsiz hale getiriyor.
- Meslek odalarını ve sivil toplumu süreçlerin dışında bırakıyor, kamu denetiminin önünü kapatıyor.
- Yenilenebilir enerji yatırımlarının izin süreçlerindeki yetkiyi belediyelerden alıp Bakanlığa devrediyor.
- Ruhsat, ihale, üretim faaliyetlerinin denetimine ilişkin yasal düzenlemeleri esnetiyor.
- “Stratejik ve kritik maden”, “kamu yararına maden” gibi bahanelerle köylerin boşaltılmasının önünü açıyor.
Kısacası, şirketlere kolaylık sağlamak için ne gerekiyorsa hepsi bu torbada. Yasa da yetmiyor tabii, devletin kasasından milyonlarca lira aktarılıyor bu şirketlere.
Peki ne pahasına?
Bölge halkının toprakla bağının koparılması; doğanın, tarım alanlarının yok edilmesi pahasına. Öyle ya, bu saydıklarımızın hiçbiri sermayenin çıkarları kadar “kritik” değil.
Meclise AKP eli ile sunulan yasa tasarısında Milas ve Yatağan’da 48 köyün koordinatları verilerek madencilik faaliyetlerine açılması istenmişti. Şimdi Muğla’da 48 köy haritadan silinme tehlikesiyle, 34 bin insan yerinden yurdundan olma tehlikesiyle karşı karşıya. Daha kötüsünü söyleyelim, bu daha başlangıç; yeni düzenlemeyle ormanların, tarım alanlarının anahtarı sermayeye teslim ediliyor.
24 Temmuz’da yürürlüğe giren yasa, şaşırtıcı olmayan biçimde Anayasa’ya da uluslararası sözleşmelere de aykırı. Fakat mevcut yasalar sermayenin lehine bükülebildiği/çiğnenebildiği gibi, bu düzenleme de elbette sermayenin ihtiyaçlarını gözetiyor. Tek Adam rejimi; toprağı, suyu, insanı değil, maden sahasını genişletmek isteyen şirketlerin çıkarlarını korumayı tercih ediyor.
Milas’ın Karacahisar köyünden Ayşe Günay’ın dediği gibi, “Üç-beş tane zengin insan maden arayacakmış, bize ne faydası var?“ Bu yüzden enerji ve maden tekellerinin kamulaştırılmasını ve hatta kamuya yararı olmayan madencilik faaliyetlerinin durdurulmasını savunuyoruz.
7554 sayılı yasa, köylülerin deyimiyle bir savaş ilanı olan bu “işgal yasası”, bir an evvel iptal edilmeli. İkizköylülerin 9 yıllık mücadelesi kararlılıkla sürerken bizlere düşen, Muğla’daki mitingde bir bir selamlanan mücadeleleri sahiplenmek ve emek eksenli bir programda birleştirmek. Soframıza zeytin gelmeye devam edebilsin, o sofralarda gönül rahatlığı ile buluşabilelim diye…
Yorumlar kapalıdır.