Mamdani’nin New York zaferinin gösterdikleri
Amerika Demokratik Sosyalistleri’nin (DSA) ve adayları olan Zohran Mamdani’nin New York’u kazanması tüm dünyada sol çevrelerde büyük ses getirdi. Bu zafer üzerine uzun analizler yazıldı, çizildi. ABD gibi soğuk savaş boyunca antikomünizmin merkezi olmuş bir coğrafyada “sosyalist” sıfatı taşıyan bir figürün seçilmiş olması pek çokları tarafından hayretle karşılandı. Bu hayret ne tamamen haklı ne de tamamen yersiz olarak görülmeli.
New York, ABD’nin sınıf mücadeleleri tarihinde önemli bir yere sahip. 70’lerin büyük kentsel krizinde en çok zarar gören kentlerden biri. Bu dönemde sermayenin kent merkezlerini terk etmesiyle kitleler yoksulluğa ve işsizliğe sürüklenirken suç oranları zirve yapmıştı. Yine bu dönemi takiben New York, Trump’ın da neoliberal politikaların uygulayıcısı ve bir kriz istismarcısı olarak parladığı merkezdi. Dönemin neoliberal yöneticileri, halkın parasını yoksulluğa ve işsizliğe itilen kesimlerin şartlarını iyileştirmek için kullanmak bir yana dursun, kenti ayağa kaldırmak için devletin kaynaklarını Trump gibi bir emlak baronuna akıtmayı tercih etti. Sonuç ise, kent tekrar canlanmış olsa da kentsel krizin sebebi olan ekonomi politikalarının emekçi kitleler üzerindeki yıkıcı etkisinin kronikleşmesi oldu.
New York bugün çalışan kesimlerin barınma imkânı bile bulmakta zorlandığı, kiraların kabul edilebilir seviyelerin çok üstünde seyrettiği, toplu ulaşım ve gıdaya erişim gibi basit ihtiyaçların neredeyse lüks haline geldiği bir emekçi öğütme makinesine dönüştü. ABD’nin Cumhuriyetçileri ve Demokratları bu şatafatlı sefalet makinesine hizmet etmekten asla geri durmadı. Mamdani’nin zaferi, tüm bu yıkım süreci üzerine gecikmiş bile sayılabilecek örgütlü bir sol tepki olarak geldi. “Sosyalist” sıfatıyla ilgili Amerikan tabusunun parçalanması söz konusu olduğundaysa, bu zafer büyük bir adım olsa da aslında işaretler 2008 ekonomik krizi, Wall Street işgal protestoları ve takip eden süreçte belirmeye başlamıştı. 2014’te Seattle şehir meclisine Troçkist bir aday seçilebilmiş, 2016’da DSA’nın daha ılımlı kanadından Sanders ve Ocasio-Cortez gibi isimler Demokrat Parti’nin iç seçimlerinde belirli bir güce ulaşabilmişlerdi. 2016’da Trump’ın ilk başkanlık dönemi boyunca ülkede yükselen beyaz üstünlükçü radikal grupların şiddet eylemlerine karşı, DSA dışında da yerel sosyalist ve anarşist örgütlenmeler büyümüş ve ulusal çapta da daha görünür olmaya başlamışlardı. Yoksullaşan kitlelerde ekonomik zorluklar ve yükselen faşizm tehdidine ve Demokrat Parti’nin etkisizliği ve işbirlikçiliğine karşı sola ve sosyalizme karşı sempati yükselmekteydi. Gazze’de süren soykırım ise Amerikan siyasetinde sola da sirayet eden Siyonizmi görünür kılarak sola yönelen kitleleri antiemperyalist bir çizgiye çekti. Mamdani, tüm bu sürecin bir durağı olarak bugün karşımızda duruyor. Zaferine dair sosyal medya kampanyaları, kişi karizması, göçmen ya da Müslüman kimliği gibi faktörlerin üzerinde ne kadar durulsa da şüphesiz tüm bu toplumsal süreçlerin ve bu süreçler boyunca deneyim ve örgütlenme becerisi kazanmış sosyalistlerin katkısı en belirleyici etkendir.
New York’ta yürütülen seçim kampanyası, ABD’nin şirket fonlamalarına dayanan seçim sistemine karşı kitle seferberliğine dayalı, etkili ve siyaseten samimi bir alternatif olarak yükseldi. Sistem içi bir alternatif arayışının sembolü olan Mamdani’nin sosyalist politikalar yürütmekte ne kadar başarılı olacağı ziyadesiyle tartışmaya açık bir konu. Ancak bir başarıdan söz edilecekse, bu başarı Trumpçı kitlenin de sürekli dem vurduğu ve Trump’ın da seçim kampanyaları boyunca sürekli eleştirdiği ABD seçim sistemine karşı gerçek bir alternatifin yaratılması ve bunun tabandan örgütlenebilmiş olmasıdır.
Üzerinde durulması gereken bir diğer başarı ise söylem ve programla ilgilidir. ABD’de merkeze yakın solu işçi sınıfından koparan kültür savaşının üstünden atlanmasıdır. Herhangi bir kimliğe karşı düşmanlık gütmeden, kimlikleri etrafında birleştirebilecek bir sınıf odaklı söylemin başarısıdır.
Bu iki başarının bize gösterdiğiyse, gerçek bir sosyalist örgütlenme için sahip olunan potansiyeldir. Trump’a oy veren, sistem tarafından dışlanmış ve yoksullaştırılmış “Pas Kuşağı” olarak anılan bölgelerde yoğunlaşan kitlelerin Trump’ta çözüm aradıkları problemlerine gerçek bir alternatifle hitap edebilme potansiyelidir. Bunu kültür savaşının kavramları ve sembollerini aşarak yapabilme ve Amerikan antikomünizmini gerçek anlamda alt edebilme potansiyelidir.
Yorumlar kapalıdır.