Rehin alınan siyaset

İBB/İmamoğlu dosyasına ilişkin iddianame 400’ün üzerinde kişiyi “örgüt” şeması içine yerleştiriyor. İddianamenin merkezinde “çıkar amaçlı suç örgütü” suçlaması var. Böylece bu dev belediyedeki her temas, her ihale, her bürokratik imza kolayca “hiyerarşi” ve “talimat” ilişkisi olarak nitelenip suç ve cezanın alanına taşınabiliyor.

İdari ve siyasi denetime tabi süreçler, mahkeme salonunda polisiye bir anlatıya dönüşürken gerçekler ters yüz ediliyor: Türkiye’de tüm belediyelerde kronik olan kokuşmuş “al gülüm ver gülüm” düzeni, sanki yalnızca İBB’de varmış gibi sunuluyor.

Bir kez, hem de böylesine geniş bir “örgüt” keşfedildi mi suçlamaları çeşitlendirmek de kolaylaşıyor. Savcılığın daha önce İSFALT ve KİPTAŞ’tan 2019 sonrası tüm ihale/proje dosyalarını istemesi, ardından İSFALT ihalelerine dair ayrı bir iddianamenin gündeme gelmesi, iştirakler üzerinden yeni dosyaların biriktirilerek yargılamanın kasten içinden çıkılmaz bir labirente çevrilmesi ihtimalini büyütüyor. Hedef, yalnızca bir kişiyi değil; seçimi kazanma ihtimali taşıyan bir siyasal odağı yıpratıp felç etmek, topluma ise “muhalefet edebilirsin ama asla kazanamazsın” fikrini kabul ettirmek.

Böyle bir uğrakta Kılıçdaroğlu’nun fırsat bu fırsat deyip yayınladığı videoyla davanın siyasi niteliğini karartıp meseleyi “yolsuzlukla anılmama” başlığına sıkıştırması manidar. Gürsel Tekin ve Kılıçdaroğlu ile rejimin ısmarlamak istediği muhalefet tipi de berraklaşıyor: kendi partisine kayyum olarak atanmaktan yüzü kızarmayan; iktidarın kurduğu mahkemede koşa koşa tanıklık etmek istercesine video çekimlerine sarılan, şahsi hırslarını ağzında iğreti duran “devletin âli menfaatleri” gibi gülünç laflarla pazarlamaya çalışan majestelerinin muhalefeti.

Elbette bu davada sahnelenen yöntemler yeni icat edilmiş değil. Ergenekon-Balyoz dosyalarında yıllar sonra bozulan hükümler ve beraatlar, KCK davaları ve kayyum siyasetiyle Kürt hareketine kurulan bitmeyen baskı, Can Atalay’ın tahliyesini hukuka rağmen engelleyen hukukçular; yargının siyasal alanı dizayn etmek maksadıyla nasıl bir şiddet aracına çevrilebildiğini son yıllarda defalarca gösterdi. Bugün aynı şiddet, ana muhalefet partisine yöneliyor. Üstelik henüz tünelin sonu da görünmüş değil.

Bir süredir “rehine siyaseti” kavramı dilimize yerleşmişti. Halbuki içinde bulunduğumuz durum çoktandır bu kavramın kapsamının aşılıp siyasetin rehin alındığı bir yere varmamıza çok da mesafe kalmadığını gösteriyor. Bu hayırsız gidişi durdurmak ise, bulunduğumuz yere gelmemizde ama doğrudan ama dolaylı olarak her biri pay sahibi olan hiçbir düzen aktörünün harcı değil. Bunu yapabilirse işçiler, emekçiler, ezilenler yapacak. Yeter ki tutabilecekleri güvenilir dalı bulsunlar.

Yorumlar kapalıdır.