Demokrasiyi kim savunabilir?

14 Aralık’ta AKP-Cemaat çatışması yeni bir evreye taşındı. AKP bir yıldır polis ve bürokrasi içindeki cemaat mevzilerine yönelik yer yer düşük yer yer yüksek şiddette operasyonlar gerçekleştiriyordu. Bu kez hedef cemaatin başlıca propaganda araçları Zaman, Bugün gazeteleri ve Samanyolu televizyonu oldu. Sivil, mevcut toplumsal algıda görece meşru ve en açık hedeflerin üzerine pervasızca yürünmeye başlanması bir yandan AKP’nin tahakküm tarzını daha da keskinleştirdiğini diğer yandan burjuva gerici kliklerin mücadelesinde yeni bir denge durumuna girilmekte olduğunu işaret ediyor. Operasyonun tarihi de AKP’nin yolsuzlukları örtme, intikam, misilleme hırsını gösteriyor.

Gülencilerden demokrasi çıkar mı?

İktidardan yediği darbelerin ardından gündemin yeni ‘mağduru’ Gülen cemaati, söylemini demokrasi savunuculuğu üzerinden kurmaya çalışıyor. Bu nedenle operasyona göz atarken cemaate yönelik kimi alt çizmeleri yenilemekte yarar var. Cemaat devlet içerisindeki yapılanması çok daha eskiye dayanmakla birlikte AKP döneminde müdahale yeteneğini arttıran kirli bir çıkar grubudur. Cemaatin dayandığı siyasal zemin, yolsuzlukları güç savaşında bir hamle olarak kullanmasına, sermaye hükümetinin soygunculuğunu deşifre etmesine olanak verir ancak aynı siyasal hat, yolsuzluklara karşı verilecek mücadelede cemaatin bir odak hatta bir taraf olamayacağını gösterir. Bu yapı, yıllardır örtülü ya da açık tüm sermaye asalaklığının suç ortağıdır ve çıkar çatışmasının koşulları oluşana kadar AKP iktidarının soluğu olmayı sürdüregelmiştir. Temel dayanağı seçim başarısı olan ancak rejimin diğer ayaklarına yönelik hamleleriyle bonapartist aygıtları da tahakkümünün bir parçasına dönüştüren AKP’ye yönelik cemaat operasyonu da polis, ordu, bürokratik yuvalanmalarla aynı çemberden gelmektedir. 17 Aralık Operasyonunun ilerici kaygılardan yoksunluğu bir yana rejimin yarı-bonapartist niteliğini destekler alandan geldiğinin, içerik ve amacın kirliliğinin yanı sıra biçimsel olarak da demokratik olmadığının altını çizmek gerekir. Cemaat, burjuva demokratik esintiler taşıyan bir içeriği savunuyor görünmekle birlikte liberal bir sivil toplum örgütü dahi değil geleneksel Ortadoğu otokrasilerinde de muadilleri olan gerici bir güç-çıkar öbeğidir.

Bunların yanında cemaatin Türkiye’deki sermaye tandanslı kutuplar arasında uluslararası sermayeye neredeyse en yakını olduğunu kaydetmeliyiz. Gülen hareketi, küresel yaygınlığının yanı sıra emperyalizmle ekonomik-siyasi organik bağlara sahip ve tüm siyasal söylemini sermayenin ihtiyaç duyduğu neoliberal dönüşüm programlarının sınırları içerisinde inşa ediyor. Hareketin ABD ya da İsrail’le çelişen hiç bir söylem kullanmadığı da herkesin malumu.

Çatışmanın diğer yönü

Gülen cemaatinin emperyalist bölge politikalarıyla uyumu onu, AKP hükümetine yönelik dizginlenme-sıkıştırma hamleleri için de ideal bir aparata dönüştürdü. Yargıdan polisten istihbarata sosyal medyaya uzanan alandaki çatışmaları salt bir çıkar savaşı olarak değil burjuvazinin önderlik krizinin çözümüne yönelik manevralar olarak da okumak gerekiyor. 17 Aralık tam da yönetememe krizinin en derinleştiği yerde; “Genişletilmiş Ortadoğu”‘nun baş aktörü olma rüyalarından uyanılan, stratejik yalnızlığa sürüklenilen hatta WSJ’da Hakan Fidan’la ilgili makalelerin dönmeye başladığı, Gezi hareketinin bir kitlesel seferberliğin iktidar açısından olası sonuçlarını boylu boyunca hissettirdiği süreçte gerçekleşmişti. Görünen o ki, burjuvazi ve emperyalist politika açısından da AKP’nin güç kaybetmesi, devrilmiyorsa da burnunun sürtülmesi hedefleniyor, siyasal krizin her alanı sarmaladığı gün durumunda geleceğe yönelik alternatifler biriktirilmesi isteniyordu.

Bu eğilimin bir diğer yönü ise, emperyalizm ve TÜSİAD eksenli ana burjuva kutbu ile AKP arasındaki sürtünmenin uzlaşmaz, giderilmez olmamasıdır. Unutmamak gerekir ki, AKP’yi iktidarının ilk 8-9 yılında neo liberal dönüşümü sürdürebilen, seçmen desteğini alan ve “istikrarlı” bir iktidar partisi yapan burjuvazinin birden fazla kesiminin çıkarına birden hitap edebilmesi, aynı zamanda uluslararası emperyalist işbölümünün ihtiyaçlarına uyumuydu.

AKP tahakkümü sertleşiyor

Bir yıllık süreçte AKP güçlerini görece konsolide etti, saldırısına daha da hız verecek atmosferi yakaladı. Burjuva yönetememe krizinin başka bir alternatifle çözülmesi ihtimalinin gerçeklikten uzaklığı, tüm bir patronlar sınıfına yeniden AKP’ye yönelmeyi dayattı. Cemaat, dayandığı çoğu “yeni orta sınıf” tabanının dışına taşacak bir etki yaratamadı. Dahası AKP ilk etapta kendi tabanında meşruiyeti olan cemaati marjinalize etmeyi başardı. 14 Aralık’ta AKP’nin artık alıştığı tarzda kaygısız, dümdüz saldırmasının koşullarını bunlar yarattı. Operasyonun ardından kitle eylemlerinin gerçekleşmemesi, kimi tepkilerin de oldukça sınırlı kalması bahsettiğimiz fotoğrafı doğruluyor. Medyada yer bulan ciddi tepkilerin tümü AB ve ABD kaynaklıydı.

AKP, Ergenekon, Balyoz operasyonları sürecindeki yol arkadaşını, tanıdık yöntemlerle ve rejimin aygıtları üzerindeki tahakkümünü daha da yoğunlaştırarak dışarıya çıkarıyor. Cemaat, muhafaza ettiği düşünülen gücüne karşın savunma pozisyonuna geçmek zorunda. Kimi burjuva klikler için yönetememe krizini AKP dışı alternatiflerle çözmek planlar arasında yer alacaksa da tüm sermayeyi en çok korkutan şey, etkisinin yıkıcı olacağı görünen muhtemel ekonomik kriz ve kitle seferberliklerine karşı, burjuvazinin genelinin AKP’nin atmayı sürdürdüğü neoliberal adımları görmesi ve bir dönemi daha birlikte geçirmesi olasılıklar dahilinde.

Burjuva iktidarı tüm güçlü vitrinine karşın bağrında patlaması muhtemelen bir dizi çelişkiyi barındırmayı sürdürüyor ve bu nedenle yönetememe krizinin bütünüyle ortadan kalkması mümkün değil. Rejimi tüm aygıtlarıyla sarmaya yönelen ve siyasal demokrasiyi burjuva liberal sınırların ötesinde tahrip eden AKP karşısında ciddi bir demokratik tepkiyi biriktiriyor, kölece çalıştırma stratejisinin emeğe yönelik sonu gelmez saldırıları işçi eylemlerini son yılların sayıca en yüksek düzeyine eriştiriyor, kırılgan ekonomi tüm verileriyle içinde bulunduğu sıkışmayı gösteriyor, burjuva siyasetinde parçalanmalar, ileriye dönük diş bilemeler artıyor, iç politikayı da dolaysızca basınç altına alan bölgesel rejim krizi sürüyor. AKP’nin elindeyse yakın vadede sadece tahakküm biçimini daha da sertleştirmek var ve bu ilk etapta sessizlik yaratacaksa da orta vadede krizi derinleştirmekten başka işe yaramaz.

Demokrasi için sınıf

AKP şimdiye dek rejime yarı-bonapartist niteliği veren parlemento dışı siyasal kurumlara (ordu, polis, bürokrasi, çıkar grupları…) bir çok kez saldırdı. Derin devlet, paralel yapı, darbe, cunta vb söylemlerin hepsini bu mücadelesinde kullandı. Ancak kritik halka şu: AKP çoğunlukla bu aygıtların rejimdeki pozisyonlarına dokunmadı. Tam aksine aygıtları kontrolü altına aldı ve bunu toplum üzerindeki tahakkümünü güçlendirmenin vesilesi kıldı. Bugün de olan budur. Ortaya dökülen yolsuzlukla biçimsel hesaplaşmaya bile girişilmiyor, tüm kirin, pasın üstü sahip olunan medya, polis ve yargı gücüyle örtülmeye çalışılıyor, AKP hasımlarının tümünü rejimden tasfiye etmeye yönelerek gücü kendinde merkezileştirmeye çalışıyor. Operasyon, bu nedeniyle seçim gücüne dayalı hükümetten gelmesine karşın tümüyle anti-demokratiktir, en geri tipteki burjuva demokrasilerine göre bile gericidir.

Ve kimse de cemaati demokrat görmeye kalkışmamalıdır. Bu yapının rejimdeki pozisyonu, asalak geçmişi, sermaye çıkarlarıyla harmanlanmış gericiliği açıktır ve tüm sermaye siyasetleri gibi gerçekçi bir demokratik programı savunma yeteneğine sahip değildir.

Tüm bu anlatıda yer almayan ve rejimin istikametinin bilindik olasılıklarını sarsma imkanına sahip güç işçi sınıfıdır. Bütün mücadele uluslararası emperyalist işbölümünün, tekellerin çıkarları, patronların rejiminin güçlendirilmesi doğrultusunda gerçekleşiyor. Biçimsel demokratik talep ve düzenlemeler sadece sermaye dolaşım ve birikim süreçlerinin selameti ve işçi sınıfı üzerindeki burjuva egemenliğinin yetkinleşmesi için masaya konuluyor.

Kapitalizm sınırlarında demokratik özgürlüklerin önündeki fiili ve yasal engeller kaldırılamaz. Burjuvazi bir bütün olarak gericileşmiştir. Bugün, rejimin tüm baskı ve şiddet uygulamalarına son verme, siyasi ve askeri operasyonları sonlandırma, gerici polis aygıtını dağıtma, yine bütünüyle anti-demokratik ’82 anayasasını lağvetme görevi işçi sınıfının üzerindedir. Rejimin süregelen krizi sınıf eksenli bir kitle seferberliği dışındaki her seçenekte yine burjuva güçler tarafından yamanacak, gericilik sürecektir. Krizin aksi istikamette sonlanması için siyasal demokrasi istemini de programının bir parçası haline dönüştürecek bir işçi müdahalesine, sınıf eksenli bir alternatife ihtiyaç var.

Yorumlar kapalıdır.