Toplu yok oluştan çıkış mümkün mü?

Ocak 2025, dünya genelinde şimdiye kadar kaydedilen en sıcak ocak ayı oldu. Copernicus verilerine göre, bu ayın ortalama sıcaklığı 13,23 °C olarak ölçüldü. Bu sayı 1991-2020 yılları arasındaki ocak ayı ortalamasından 0,79 °C daha yüksek. Sanayi öncesi döneme kıyasla ise sıcaklık 1,75 °C artmış durumda. Üstelik bu, soğutucu etkileri olan bir hava olayı olan La Niña’ya rağmen gerçekleşti. Yani dünya artık neredeyse her ay tehlikeli derecede yüksek sıcaklıklarla karşı karşıya.

Türkiye’de de sıcaklıklar mevsim normallerinin çok üzerine çıktı. 1991-2020 yılları arasında ocak aylarının ortalama sıcaklığı 2,9 °C iken, Ocak 2025’te bu değer 5,7 °C’ye yükseldi. Yani Türkiye’de ocak ayı, bu yılların ortalamasına göre 2,8 °C daha sıcak geçti. Bu iç karartıcı tabloya karşı hükümetlerin attıkları adımlar da hiç umut vermiyor.

İkinci kez ABD Başkanı seçilen Donald Trump’ın da iklim politikalarına yaklaşımı endişe yaratıyor. İlk başkanlık döneminde Paris İklim Anlaşması’ndan çekilen Trump, bu yıl göreve geldikten sonra “Enerji Acil Durumu” ilan etti, Biden döneminde imzalanan yürütme emirlerini iptal etti ve LNG ihracatına yeni izinler verdi. Ayrıca Alaska’da petrol ve gaz arama faaliyetlerini artırdı ve elektrikli araç teşviklerini kaldırdı. “Drill, baby, drill” (Kaz, bebeğim, kaz) diyerek ilan ettiği “ulusal enerji acil durumu”, fosil yakıt endüstrisini desteklemeyi ve enerji üretimini artırmayı hedefliyor. Bu adımlar Trump’ın küresel kapitalist sistemin içinde bulunduğu krizi ucuz enerji ile aşmak istediğini gösteriyor.

Gezegenimizin geleceği konusunda endişe duyan birçok kişi, Trump ve benzer sağcı liderlerin yükselişinden ve iklim politikalarındaki geri adımlardan haklı olarak rahatsızlık duyuyor. Ancak, bu krizin kökenlerine baktığımızda, sorunu yaratanların yalnızca Trump veya benzerleri olmadığını görüyoruz. Bu krize ABD’nin Demokratlar’ı da, Almanya’nın Yeşiller’i de çare olamıyor. Çünkü iklim krizi bir üretim sorunu değil; sınırsız büyüme, kâr maksimizasyonu ve doğanın metalaştırılması gibi kapitalist üretim ilişkilerinin doğrudan bir sonucudur. Bu sistem, fosil yakıtlara bağımlılığı sürdürerek ve ekolojik yıkımı görmezden gelerek krizi derinleştirmeye devam ediyor.

Tüm bu sorunlar acil ve köklü adımlar atmayı gerektiriyor. Bu adımlar fosil yakıt endüstrisinin sınırlandırılması, yenilenebilir enerjiye adil bir geçiş ve ekolojik yıkımın durdurulması etrafında şekillenmeli. Sıfır karbon hedefleri, göstermelik vaatlerle değil, derhal uygulanacak somut önlemlerle hayata geçirilmeli. Mega projeler ve ihtiyaç fazlası enerji santralleri durdurulmalı. Hava, su ve toprak kirliliği ile mücadele için düzenli ölçümler yapılmalı, kirlilik yaratan enerji santralleri derhal kamulaştırılmalı, işçi denetiminde iyileştirmeler yapılmalı. İklim felaketlerinin yükü yoksul emekçilerin sırtına yıkılmamalı; zenginlerden alınacak ek vergilerle bir afet fonu oluşturulmalı. Bu talepler etrafında örülecek kitlesel bir mücadele ile bu krizin aşılması mümkün.


Yorumlar kapalıdır.