Seferberliğin gör dediği

Hareketli günlerden geçiyoruz. İmamoğlu şahsında seçmen iradesinin hedef alınması; derinleşen ekonomik sefaletin ve dayanılmaz hale gelen baskı uygulamalarının doldurduğu bardağı taşıran son damla oldu. Toplumun büyük kesimi Tek Adam rejiminin ülkeyi içine sıkıştırmak istediği kalıba girmeyi reddediyor.

Proje okullar olarak belirlenen liselerdeki öğrencilerin günlerce süren mücadelesinin de gösterdiği gibi eylemler sönümlenmek bir yana; haksızlığa uğrayan farklı toplumsal grupların kendi özel sorunlarının çözümü ile Tek Adam rejiminden kurtulmanın gereği arasında köprüler kurmasıyla boyutlanıyor ve tazelenerek devam ediyor.

Bardağın dolu tarafında seferberliklere girişen kitlelerin yenilmemiş olması, iktidara karşı moral üstünlüğü elinde bulundurması var. Toplumsal muhalefetin zayıf karnı ise, önündeki yolu açacak bir önderlikten mahrum olması.

Bu mahrumiyet hali kitlelerin yaşadığı kafa karışıklığı ile açığa çıkıyor. Tüketim boykotu gibi el yordamı ile yaratmaya çalıştıkları mücadele araçlarının rejimi sarsmakta yetersiz kaldığını gören halk kesimleri yerinde bir seziyle yüzlerini sınıfa dönme ihtiyacı hissediyor ve genel grev çağrılarında bulunuyor. Ancak burada henüz sınıf mücadelesinin kapitalist toplumdaki tüm siyasal güç dengelerini altüst etmeyi haiz merkezi konumuna ilişkin berrak bir kavrayış yok. O yüzden aynı kesimler 1 Mayıs’ı seferberlikleri daha üst bir düzeye sıçratmanın zemini kılmak için birleşik ve kitlesel bir eylem isteği ile sendikalara basınç uygulamaya yönelmiyor.

İşçiler ise tarihimizin en yakıcı ekonomik darboğazlarından birinden geçmekte olmalarına rağmen sınıf olarak kendi talepleri ve mücadele örgütleriyle sahaya inmiyor, seferberliklere renklerini vermiyorlar. Burada vebalin büyüğü sendikal bürokrasinin omuzlarındadır, orası kesin. Fakat bürokrasiyi alaşağı etmek de sınıf hareketine programlı bir müdahalenin konusu ise biz sosyalistlerin buraya ortak bir yığınak yapmak konusunda yeterince başarılı olamadığımızı görmemiz ve değneği bu ihtiyaca bükerek kolları sıvamamız gerekiyor.

İçinde bulunduğumuz sıcak günlerde bir arayış halinde seferber olan kitlelerin dağınık ve bulanık haldeki isteklerini sınıf perspektifi ile işleyerek net politik talepler halinde formüle edecek ve onları ihtiyacını duydukları mücadele araçları ile donatacak bir siyasal güç odağı inşa etmek zorundayız.

Emekçiler ve ezilenler eskiden yönetildikleri gibi yönetilmeye razı gelmezken, rejim de eskisi gibi yönetemez halde ve içine girdiği türbülanstan çıkamıyor. Ülkenin siyaset arenasında bir şeylerin mutlaka değişeceği kritik bir eşikte olduğumuz görülüyor. Mesele bu değişimin ne yönde olacağıdır.

Tek Adam rejimi bu altüst oluştan kendini tahkim ederek çıkmayı başarabilir mi? CHP arkasına aldığı rüzgârla yelkenlerini şişirmekteyken kitlelerin öfke ve enerjisini rejimin esasına dokunmayacak ama kendisini iktidara taşıyacak yüzeysel bir dönüşüme yedekleyebilir mi? Bunlar ve daha birçok senaryo gerçekleşmeye açıktır.

Peki, açlık sınırının altında ücretlerle yaşamaya mecbur bırakılan, en temel özgürlükleri elinden alınmışken hâlâ daha beteri ile tehdit edilen ve ne yazık ki karşısında hem rejimden hem kapitalizmden kopuşu müjdeleyen elle tutulur bir alternatif göremeyen işçi sınıfı siyaset sahnesine adım atarak tüm ezberleri bozabilir mi? Neden olmasın?

Bir birleşik işçi cephesine ve ona ulaşmayı mümkün kılacak bir sıçrama tahtası olma işlevi de görecek bir devrimci birleşik cepheye duyulan ihtiyaç şimdi her zamankinden daha yakıcıdır.

Yorumlar kapalıdır.