Erdoğan mı, İmamoğlu mu?
Sorunun uyandırdığı merak, cazibe ve taşıdığı gerilim herkesin malumu! Türkiye bir süredir bu soruya kilitlenmiş durumda. Siyasi rekabet bu soru ve cevap üzerinden şekilleniyor. Nitekim iktidar yargı eliyle CHP’ye topyekûn bir siyasi operasyon başlattı ve el yükselterek operasyonlara devam ediyor. CHP’nin İstanbul ilçe belediyelerinin ardından İzmir, Adana, Antalya, Adıyaman belediye ve il yönetimlerine dek siyasi operasyon genişledi. Belli ki bu siyasi operasyonlar gidebildiği yere kadar gidecek.
Ve ama anlaşılan o ki 19 Mart’ın ardından “Erdoğan mı, İmamoğlu mu?” sorusu, olası bir genel seçim bağlamında, fiilen kadük hale geldi. Çok sayıda dava ile sıkıştırılmış durumdaki İmamoğlu’nun siyasi yasaklı hale gelmemesi ve olası bir iktidar değişimi olmaksızın serbest kalabilmesi mevcut tabloda çok zor görünüyor. Kuşkusuz burası Türkiye, beş dakikada her şey değişebilir! İşçi Demokrasisi Partisi olarak, iktidar marifetiyle gerçekleşen bu siyasi operasyonların siyasi demokrasi temelinde kuşkusuz tam karşısındayız. Demokratik hakların bu derece ayaklar altına alınmasının kabulü mümkün değil. Bu muamele on yıllarca Kürt siyasal hareketine yönelik de uygulandı. Bu, kişilerle sınırlı ve ilgili olmayan, herkesi içeren ve tüm bir siyasal/toplumsal sistemi kapsayan bir hak ve özgürlükler meselesi.
Lakin tablonun bu olması ve siyasetin “Erdoğan mı, İmamoğlu mu?” sorusuna kilitlenmiş görünmesi, çözümün bu soruda saklı olduğu anlamına gelmiyor. Temel soru ve sorun “Türkiye’yi ‘kim’ yönetecek?” olmamalı. Özgür Özel’in yükselen performansı, Mansur Yavaş’ın toplumun geniş bir kesiminden teveccüh alıyor görünmesi ve bunun muhalefete moral ve güç vermesi ya da Erdoğan’ın bütün bir iktidar bloku açısından taşıdığı değer anlaşılabilir. Tarihte bireyin rolü bir gerçeklik. Yine de temel sorunların çözümü açısından kişiler/partiler ikincil görülmeli. Esas mesele bir asırdır aynı: “Türkiye ‘nasıl’ yönetilecek?”
Burjuva restorasyon mu?
İktidar blokunun cevabı ortada ki bu iktidar açısından hem birinci soruyu yanıtlıyor hem devletin hangi sınıfa/kesimlere hizmet edeceğini ifade ediyor. Muhalefet için ise aynı şeyi söyleyemiyoruz. Ortada çeşitli sınıfsal/politik muhalefet odakları var. CHP en güçlü ve belirleyici olanı ve muhalefetinin odak noktası “Kim yönetecek?” sorusuna yoğunlaşmış durumda. Bir bakıma muhalefet 2023 seçimlerini böyle kaybetti.
Peki, “Türkiye nasıl yönetilecek?” CHP’nin bu soruya cevabı, “Kim yönetecek?” sorusuna verdiği cevap kadar açık ve net değil. Kuşkusuz CHP, Tek Adam rejiminin antidemokratik yönetim pratiğinden çok daha demokratik bir yönetim vaat ediyor. CHP’nin bu vaadi görece özgürlükçü ve demokratik bir siyasal ortam ihtimali içerse de, pek çok kez olduğu gibi, sermaye düzeninin çıkarlarıyla sınırlarının çizileceğine emin olabiliriz.
Emek İttifakı
Bu yüzden ısrarla Emek İttifakı kendi cevabını net ortaya koymalı diyoruz. Ki böylece üzerine konuştuğumuz muhalefetin sınıfsal bileşiminin ve siyasal programının sınırları çizilsin. 2023 seçimlerinde iktidar karşısında diye herkesi muhalefet çuvalına doldurmanın maliyeti, rezilliği ve moral bozukluğu ortada. Niye bunda ısrar ediyoruz? Çünkü kapitalizmle ilişkisi müphem afaki bir demokrasi talebi ve mücadelesi, her şeyden önce toplumun en geniş ve belirleyici kesimini oluşturan işçi sınıfını ve emekçi halk kesimlerini dışlıyor. Onları sosyokültürel kodlarla başta AKP olmak üzere çeşitli burjuva partilerin emek düşmanı politikalarının içine hapsediyor. Onları işçi-emekçi olmaktan kaynaklı sınıfsal kimliğinden önce coğrafi, dini, mezhebi kimliğiyle etiketliyor, bölüyor ve parselliyor. Sonuç belli!
Kuşkusuz kültürel kimliklerimizden azade değiliz. Aksine onlar varlığımızı şekillendiren son derece önemli unsurlar. Peki, ama sadece aynı şehirden, yöreden ya da mezhepten diye bir patron ya da emek düşmanı, sermaye dostu bir politikacı niye dostunuz olsun? Herkes kendi hayatından öyle olmadığını bilir!
“Demokrasi için devrim”
Kısacası kapitalizmden bahsetmeden bahsedilen demokrasi burjuva demokrasisidir. Burjuva demokrasisi bütün eşitsizlikleri saklayan, onayan ve normalleştiren bir sermaye demokrasisidir. Bu ifadeler birçoklarına çok genel, anlamsız ya da bağlamsız gelebilir. Oysa sermaye demokrasisi mi, işçi demokrasisi mi ayrımı doğrudan hayatlarımızı belirliyor. Nasıl mı? Soralım! Demokrasiyi paylaşmaktan bahsedenler neden ülke gelirlerini ve zenginliğini paylaşmaktan bahsetmez? Açlık sınırı altındaki asgari ücreti, emekli aylıklarını, çalışsa da yoksulluğu damga gibi taşıyan milyonları nereye koyacağız? Demokrasi, öyle mi! Ya grev hakkı? Evet, grev anayasal bir hak ama pratikte sınırı güvenlik ve yargı, yani hükümet/iktidar çiziyor. Muhalefet belediyelerindeki grev karşıtlığı ve düşük ücret politikası da iktidarı aratmıyor. Keza haklar gibi özgürlüklerimiz de yerlerde sürünüyor. Sistem değişmeden isimlerin değişmesiyle bu sorunlar çözülmedi, çözülmez! 2002’de Erdoğan’ın 3 Y’yi (yolsuzluk, yoksulluk, yasaklar) bitirmek için çıktığı yolda geldiği noktaya bakın! İsimlerle sorunlar çözülseydi şimdiye bütün dertler çoktan bitmiş gitmiş olurdu. Doğru soru, “Türkiye ‘nasıl’ yönetilecek?” olmalı.
Erken ya da zamanında, en geç 2,5 yıl içinde seçimler olacak. Seçim barajından siyasi partiler yasasına eşitsizlik, yasak ve engellerle dolu antidemokratik bir yapı heyula gibi ortada duruyor. Antidemokratik bir yapıdan demokrasi çıkmaz. Öncelikle tüm siyasi tutsaklar serbest kalmalı. Seçim barajı sıfırlanmalı. Seçimlerde devlet imkânları herkese eşit ve sonuna kadar açık olmalı. Propaganda önünde hiçbir engel, yasak olmamalı. Kazananın her şeyi aldığı ve belirlediği düzen son bulmalı. Ülkenin temel sorunlarını tartışacak ve karar verecek bir kurucu meclis oluşturulmalı. Kurucu meclis öncelikle tek adam yönetimine son vermeli; siyasi demokrasiyi egemen kılan, ezilen ve sömürülen emekçi halklardan yana demokratik, eşitlikçi ve özgürlükçü yeni bir siyasi sürecin temelini atmalı. Şüphesiz bu hedeflere ancak emekçilerin kitlesel seferberliğiyle ulaşılabilir ve bu süreç bir işçi-emekçi hükümeti ile taçlanmalıdır…
Yorumlar kapalıdır.