Ufuk Uras kötünün iyisi mi?

“Meclis’e Ufuk gerek” sloganlarıyla uğurlarken bin umuttan biri, domates tezgâhının önünde, iki büklüm olmuş yaşlı kadın, kırmızımsı ezik domateslere umutsuz gözlerle bakan torununa öğütleniyordu: “Kötünün iyisini seçmeyi öğrenmelisin!”

1970’lerde aşırı solcu, “anarşist” çocukları iktidara gelmesin diye “Karaoğlan Ecevit’e” oy verirdi. Komşusu da oğlanın “kara”lığından mı yoksa “anarşist” komşu çocuklarına yol vereceğinden, zemin hazırlayacağından korktuğundan mı bilinmez Ecevit’e değil daima Demirel’e oy verdi. Gerçi Erbakan ve Türkeş de vardı oy verebileceği sol dışında ama onlar da fazla gelirdi, “aşırı sağ” demeyi bilmediğinden tarif edemezdi bu “fazlalığı.”

Ya ortanın solu ya da ortanın sağı; herkes bir orta yol tutturmayı bilirdi, tabi bir de ucuz domateslerin arasından “kötünün iyisini” seçmeyi.

1980’deki darbeyi de böyle karşıladılar; “kötünün iyisi.” Hatta darbeyi yapanlar dahi sonuçta aynı söylemi benimsemişti: “Ülke anarşi ve kaosa sürükleniyor, kardeş kardeşi öldürüyordu, bunu önlemek için biz geldik. Yoksa demokrasi en güzeli tabii ki!”

Özal’ın ANAP’ı da darbeye göre kırmızı ve sağlam domates muamelesi gördü.

Bilinmedik değil, yaratıcı hiç değil

Sosyalistler ve komünistler için “kötünün iyisi” gibi politik bir hedef, tavır, strateji, taktik olamaz. Çünkü bunun için sosyalist ve komünist olmaya gerek yok! Herhangi biri de pekâlâ hayatının pek çok anında böylesi bir anlayışı hemencecik benimseyebilir. Örneğin dört ya da beş yılda bir seçimler esnasında insanların çok büyük bir kesimi böylesi bir anlayış temelinde oy kullanabilmektedir.

Fakat bir siyasi partinin hele de sosyalist ya da komünist olanının “kötünün iyisini tercih etmeye” yönelik bir politika benimsemesi en hafifinden kitlelerin peşinden sürüklenmektir. Oysa politika, tam tersini hedeflemektir.

Kendi politik iradesini bir kenara koyanlar ya da bir başkasının iradesine tabi kılanlar politik olarak sıfır ile çarpılmış sayılırlar tabii bir başka çarpılmaya uğramamışlarsa.

1 Mayıs Bayram değildir…

Bin Umut Adayları’ndan “İstanbul Milletvekili Ufuk Uras, 1 Mayıs’ın resmen İşçi Bayramı olarak kutlanması için yasa değişikliği teklifi verdi. Teklif, Ulusal Bayram ve Genel Tatiller Hakkında Kanun’un ikinci maddesine ‘1 Mayıs günü İşçi Bayramıdır,’ ifadesinin eklenmesini öneriyor.” [1]

Ufuk Uras 1 Mayıs’ın, örneğin Kurban Bayramı bir bayram ya da Polis Haftası gibi bir “İşçi Bayramı” olmadığını pekâlâ bilmektedir: “1 Mayıs İşçi Bayramı’nı kutlamanın yasaklanması, izin verilmemesi gibi müeyyideler, 1 Mayıs’ların işçilerin birlik, dayanışma ve mücadele günü olarak kutlanmasını engelleyememiştir.” [2]

1 Mayıs mana ve önemi “bayram” olmasından kaynaklanmıyor, tamam da “kutlama” ne?

İşçiler sendikalı olmaya çalışıyor diye işkence görürken, her gün iş kazaları adı verilen ve patronların üretim maliyetlerini düşürmek için yaptığı tasarruflar dolayısıyla gerçekleşen patron terörü sonucunda katledilirken, sigortasız, iş güvencesiz bir halde sağlıksız koşullarda çalıştırılırken, bir başka ulusu ezen ulustan olmalarından dolayı özgür olamazken neyi kutlayacağız? Yenilgimizi mi? Hangi bayram işçilerin mevcut koşullarına teselli olur?

1 Mayıs ne bir bayramdır ne de kutlamalara vesile olabilir. O gün ne bayram ederiz ne de kutlama yaparız: İşçilerin gücünün üretimden değil birliğinden, birlikte mücadele etmesinden geldiğini dosta düşmana gösteririz. Gücümüzü tartarız, azmimizi sınarız; bileniriz, yenileniriz; mutlu oluruz: Mutluluk hakkımız birlikte ulaşırız, alırız, vermeyiz!

Zaten bu yüzden yasaklarlar: İşçi sınıfının birlik olmasının verdiği umuttan korkarlar, gülecek yüzlerimizden.

Kurnaz mıyız?

Peki, “bayram” nereden çıktı? Ufuk Uras, neden yasa teklifini “1 Mayıs günü işçilerin birlik, dayanışma ve mücadele günüdür,” olarak vermiyor? Okuduk, 1 Mayıs’ın anlamının ne olduğunu gayet iyi biliyor.

Bir şeyi daha biliyor: Eğer yasa teklifini “birlik, dayanışma ve mücadele günü” olarak verseydi Meclis içinde hiçbir suretle en ufak bir destek bile bulamazdı. Ama “bayram” olunca bir ihtimal! Kurnazız ya! “Kötünün iyisine” oynarız ya! Kuyuya taş atalım, AB’ye uyum yasaları tekrar pişirilirken yapılan ortaya kafa uzatalım, gol atalım…

Ufuk Uras çiçeği burnunda milletvekili günlerinde 3M (Muhammed, Mustafa Kemal, Marx) formülünü ortaya atmıştı, darı ambarında siyaset yapan sosyalist örneği olarak. 3M’yi uzlaştıracak, bir çatı altında toplayacak dâhiyane formül. Kendisine Ahmet Altan’ın “Marksist-Liberal” formülüne Ertuğrul Kürkçü’nün cevabını hatırlatmak gerek: “Kuru su.” Üstelik kendisinden icat peşinde koşmasını da istediğimiz olmuş muydu?

Hayır! Biz Ufuk Uras’ı Meclis’e “kötünün iyisi” politikası yapması, burjuvazinin temsilcilerine “yerse” olarak özetlenecek keten pere çekmesi, burjuvaziyle uzlaşması, punduna getirdiğinde üste çıkıp iki sayı alması için göndermedik. Biz onu bağımsız işçi sınıfı politikalarını dillendirmesi için seçtik. Seçerken de biz de o da şunu çok iyi biliyorduk: Biz seçilenlerin seçmenleri tarafından istenildiğinde geri çağrılabileceği bir düzen için mücadele ediyoruz.

Mucizelere inanmayız

Biz Ufuk Uras’ın ne şapkadan tavşan çıkarmasını ne de 3M markasından esinli siyaset icat etmesini beklemiyorduk. Burjuva parlamenter sisteminde mucizeler yaratmasını, orada derin gedikler oluşturmasını beklemedik, umut etmedik. Kapitalizmin vahşiliğini evcilleştirecek reformların olamayacağını bile bile yumuşak geçişlere vesile olacak hayali politikalar değil işçi sınıfının, ezilen ulusun doğrudan çıkarlarını yansıtan sahici yasa tekliflerinde bulunmasını istedik:

İş saatlerinin düşürülmesi (6 saat iş 8 saatlik ücret), anadil eğitimi, çalışan işçi sayısına ve cinsiyetine bakılmaksızın her işyerinde kreş zorunluluğu, mutlak iş güvencesi, kendi kaderini tayin hakkı; her mahalleye parasız sağlık ocağı, park, okul; çiftçiye kooperatif ve semt pazarlarında tüketiciye vergisiz doğrudan satış hakkı, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kaldırılmasını ve her inanca özgürce ibadet hakkını, kadınlara pozitif ayrımcılık yapılmasını ve ortaya salata istiyoruz.

“Bunlar sadece teklif olarak kalacak,” evet, varsın kalsın! En kötüsü işçi sınıfı ve ezilen ulusun gözünde Meclis’in ve milletvekillerinin itibarı sarsılır. Dergi ve gazete yazılarında, afişlerde, pankartlarda, miting meydanlarında söylediklerimizi neden Meclis’te dillendirmeyelim?

Orası Meclis diye işçi sınıfının, ezilen ulusun taleplerinde tenzilat yapmamız mı gerekiyor?

Hayır! Biz de bahar indirimi yok! Taleplerimizin, belki daha makul karşılarlar diyerek, orasını burasını kırpmaya gerek yok. Hani “Vermeyecekler, Alacağız,” idi.

Hani biz seçilenlerin seçmenleri tarafından 5 yılda bir değil her an denetlendiği ve gerekirse geri çağrılabildiği işçi demokrasisini savunuyorduk. Hadi denetleyelim! Ne biz Ufuk Uras’ı Meclis’te yalnız bırakabiliriz ne de Ufuk Uras kendini Meclis’te yalnız hissedebilir. “Demokrasinin kılıcı” budur. Ufuk Uras, 1 Mayıs için verdiği yasa teklifini yenilemelidir.

Biz Ufuk Uras’ı kötünün iyisidir diye değil bizim sözcümüz olduğu için seçtik.

Bir tuhaflık yok: biz “milletiz,” o “vekil.”

Yazan: Özcan Özen (13 Nisan 2008)

[1] http://www.bianet.org/bianet/kategori/bianet/106263/uras-1-mayisin-resmen-isci-bayrami-olmasi-icin-yasa-teklifi-verdi

[2] Aynı haberden. Vurgular bana ait.

Yorumlar kapalıdır.