Vatan, Millet, Sermaye: 1 Mayıs’ta işsizlik

2000 Kasım ve 2001 Şubat ekonomik krizini hatırlıyor musunuz? Hani günün her saati trafik yoğunluğundan şikâyet ettiğimiz Boğaz köprülerinden neredeyse araç geçmediği günleri.

Hiçbir işe yaramayan yazarkasasını Meclis merdivenlerinde fırlatan esnafı. İşten atmaların, önce işten çıkarma sonra da -herhalde daha edebi olduğu için değil- “çalışanımızla yollarımızı ayırmaya” dönüştürülmesini. Ya “işten atılmak istemiyorsanız maaşlarınızın düşürülmesine razı gelin,” önerilerinin tehdit sayılamayacağı savlarını.

Kırmızı beyazlı, ay yıldızlı zeminlerin üzerine “Milletçe fedakârlık yapmalıyız,” sloganlarını yazılı olduğu afişleri, ilanları hatırlıyor musunuz?

2001’den bu yana ekonomi toparlandı diyorlar: 2001’de yüzde 9,4 küçülen ekonomi 2002’den sonra her yıl ortalama yüzde 6,8’lik büyüme gerçekleştirmiş ( 2007 yüzde 4,5 ile çok kötü sayılıyor). Enflasyon tek haneli rakamlara düşmesi, kişi başına düşen milli gelirin 10 bin dolar sınırına dayanmış olması başbakan Tayyip Erdoğan’ı gururlandırıyor.

Bırakın ailenizdeki kişi başına 10 bin dolarlık yıllık geliri ayda 1.000 dolar maaş alan kaç kişi? Asgari ücret net 517,14 YTL yani 400 dolar civarı. Dört kişilik bir aile için aylık asgari geçim haddi (yoksulluk sınırı) 2.500 YTL, yaklaşık 2.000 dolar.[1]

Kriz kapıya dayandığında büyük Türk milleti “Milletçe fedakârlık yapmalı,” fakat ekonomi büyüdüğünde, şirketler kâr ettiğinde neden “milletçe paylaşamıyoruz?”

Türkiye’nin ihracatı 2007’de 100 milyar dolar sınırını aştı. Şirketler kâr rekorlarını yenileyip duruyor, patronlar yeni yatırımlarını gururla duyuruyor, hükümet üyeleri açılışlara yetişemiyor. Peki ya işsizlik?

Ama işsizlik!

2002 yılından beridir yüzde 10’nun üzerinde seyreden resmi işsizlik oranları neredeyse hiç değişmedi. Gayri resmi rakamlar ise resmi olanların iki katı seviyesinde (5 milyondan fazla işsiz).[2]

“Son açıklanan Ocak ayı verilerine göre, istihdam rakamları, geçen seneye göre 278 bin azaldı. Türkiye genelinde işsizlik oranı %11,3’e kentlerde ise %13,8’e ulaşmış durumda. Genç işsizlik oranımız %21. Gerileyen talep bu tablonun daha olumsuz bir hal almasına yol açabilir.”[3]

Krizden bu yana sürekli olarak sanayide kapasite kullanım oranları artmış, verimlilik yani sömürü oranı yükselmiş, şirketlerin kârları katlanmış fakat işsizlik oranı değişmemiştir. Patronlar ve devlet tarafından çok önemsenen yatırımlarda artışa rağmen elde edilen sonuç kronik işsizliktir.[4] Yatırımlar, kapasite kullanım oranları ve verimlilik artarken işsizliğin düşmemesi, mevcut işgücü ile daha çok kâr elde edildiğini ve 10 bin dolara yaklaşan kişi başına yıllık gelirin aslında patronların cebine girdiğini, milletin ve vatanın işçi sınıfı ile işsizlerine düşenin sadece fedakârlık olduğunu göstermektedir.

Ama beterin beteri var: Ekonominin son krizden sonraki cicim yıllarının sonuna gelindiğini bizzat TÜSİAD ve diğer sermaye kuruluşları dillendirmekte ve başta hükümet olmak üzere tüm siyasileri ve yönetenleri aralarındaki kavgayı bırakmaya ve kapıdaki krize ne tür önlemler alınacağı konusuna odaklanmaya ısrarla davet etmektedir. Hatta kimi zaman ince alayı da üslup olarak seçmektedir.

TÜSİAD başkanı Arzuhan Doğan Yalçındağ, başbakan Tayyip Erdoğan’ın “her aileye en az üç çocuk” sloganını tam da işsizlik sorunu üzerinden eleştirmiştir:

“Bırakın doğurganlığın artırılmasını, nüfus artışının bugünkü biçimiyle sürmesi bile, eğer üretim, istihdam ve eğitimde nicelik ve nitelik artışı sağlayacak politikalar devreye sokulamazsa, yoksunluk, yoksulluk ve cehaletin yanında, daha yüksek genç işsizlik oranı ve artan oranda bölgesel gelir dağılımı bozukluğu ile sonuçlanacaktır.”

Peki, ama neden TÜSİAD üyesi patronlar, çok sevdikleri vatanlarında, büyük Türk milletinin önemli bir kısmı işsizken sermaye yatırımlarını hızla Türkiye dışına taşımaktadır? Sakın Türkiye’de ücretler yüksek olmasın?

Vatan, Millet, Sermaye

Mısır’da tekstil işçilerinin 6 Nisan 2008’de başlayan şiddetli mücadelesi Türkiye medyasına da yansımıştı. Mısır’da beyaz yakalı bir işçinin eline geçen aylık ücret 100 dolar, mavi yakalı kalifiye bir işçinin ortalama kazandığı ücret ise ortalama 50 dolar seviyesinde (işçinin saatlik ücreti Türkiye’de 2 Mısır’da 0,4 dolar).

İşte bu yüzden Türkiyeli patronlar 1,5 milyar dolarlık tekstil yatırımını çok sevdikleri vatanlarına değil Mısır’a yapıyor.[5] O derece ki, Maliye Bakanı Kemal Unakıtan bile bu durumdan rahatsız olmuş, tekstil için özel bölgeler kurulacağını müjdelemişti: “Kimse Mısır’a gitmeyecek, vergiler olmayacak.”[6]

Sadece Mısır mı, tekstil mi? Hayır, tüm dünya ve her sektör: Örneğin Türkiye’deki fabrikalarından bazılarını büyük işçi direnişlerine rağmen tek tek kapatan Türkiye Şişe ve Cam Fabrikaları A.Ş. şirketlerinden Anadolu Cam A.Ş. yatırımlarını başta Rusya olmak üzere eski SSCB cumhuriyetlerine kaydırmış ve 2001’den sonraki 6 yılda 4 kat büyümüş ve 2012 yılına kadar bir 3 kat daha büyümeyi hedeflemiştir.[7]

1980-2005 yılları arasında toplam 8 milyar dolara yakın sermaye ihracı yapan Türkiye sadece krizin olduğu 2001 yılında 1,45 milyar dolar sermaye ihracı gerçekleştirmiştir (2000 yılı rakamı 1,19 milyar dolardır).[8] Vatanını seven Türk sermayesi gazete ve dergilere “milletçe fedakârlık yapmalıyız,” diye ilan verir, diğer yandan da işçileri kapıya koyarken, sermayesini ihraç edip kâr oranlarını korumanın telaşına düşmüştü.

Sonraki yıllarda ise kriz ve işten atılmalar sonucu iyice gerileyen işçi ücretleri Türk sermayesinin vatanında yatırım yapmasını teşvik etmiş ve sermaye ihracı nispeten gerilemişti. Fakat artan kârlar ile biriken sermaye, Mısır örneğinde olduğu gibi, işçi ücretlerinin daha düşük olduğu ülkelerde elde edilebileceği daha yüksek kâr oranlarının peşine düşmüştür. 2007’deki yıllık sermaye ihracı rakamının 3,5 milyar dolar olması tesadüf değildir.[9]

Krize önlem: ücretlerin düşürülmesi

Başta TÜSİAD olmak üzere tüm sermaye çevrelerinin kapıdaki kriz sırasında yapacakları şimdiden bellidir: “2000 Kasım ve 2001 Şubat ekonomik krizini hatırlıyor musunuz?”

2008 için de patronlar sermaye ihracına hazırdır.[10] İşten atmalar başlamıştır, hükümete “önlem” diye bağıran patronların tek tek kendi işyerleri için “önlem” planları yapmadığını, krizin boyutuna göre ne kadar işten atma gerçekleştireceğini belirlemediğini düşünmek, emrinde ekonomi uzmanlarını, üniversite üyelerini çalıştıran; hatta üniversite sahibi olan patronları küçümsemek olur.

Bu sürecin sonucunda yine ücretler genel seviyesi düşecektir. Böyle de olması gerek. Çünkü Türkiye kapitalizminin yapısal sorunu ucuz ara malı üretimini gerçekleştirememesidir. Vasıflı işçi çalıştıran sanayi şirketleri ihracat rekorları kırabilmekte fakat bu şirketlerin ürettiği ürünlerin bileşenlerinin tümü ucuz olarak bu şirketler tarafından iç piyasadan tedarik edilememektedir. Bu bileşenleri sağlayacak KOBİ’ler yeteri kadar örgütlü değildir ve vasıflı işçi çalıştıracak kadar yeterli sermayesi yoktur. Dolayısıyla ara malları -ucuz dövizin sağladığı avantaj sayesinde- genellikle ithal edilmektedir. Bir kriz sırasında büyük sermaye işçilerini olduğu gibi tedarikçilerini de bir anda gözden çıkarabilmektedir. Oysa büyük sermayenin ucuz ara malı tedarikini iç piyasadan sağlayabilmesi hem kur risklerinden sakınabilmesi hem de kâr oranları düzeyini koruması ve arttırabilmesi için hayatidir. Bu kısır döngüden çıkılmasının tek yolu genel ücret seviyesinde bir düşüşün gerçekleşmesidir. Başta KOBİ’lerin örgütleri olmak üzere sermayenin geçmiş yıllarda ısrarla yineledikleri “bölgesel asgari ücret” uygulamasına geçilmesi talebinin ve gündemdeki “İstihdam Paketi”nin altında da bu ihtiyaç yatmaktadır.

Kapıdaki kriz Türkiye kapitalizminin yapısal sorunu için bir fırsat doğuracaktır, tabii işçi sınıfının direncinin kırılması ve “milletçe fedakârlık” ve işsizliğe ne kadar razı olacağı oranında.

“6 saat iş, 8 saatlik ücret!”

Oysa işsizliğin ağırlaşacağı ve artacağı yaklaşan koşullar göz önüne alındığında bizzat patronlara ait olan ve bize ürünlerini reklâmlarında aşılamakta oldukları bir çözüm mevcuttur:

Nasıl ki satın alacağımız bir bulaşık ya da çamaşır makinesi hayatımızı kolaylaştırmakta ve bu ağır işlere ayırdığımız zamanı bir hayli azaltıp, “sevgiye zaman” bırakmaktadır, aynı şekilde bir fabrikaya alınan makinede zamandan tasarruf sağlayıp daha az çalışılmasını olanaklı kılmaktadır. O halde “sevgiye zamanımızın kalması için” günde 8 saat çalışmaya da ihtiyaç yoktur.

Mademki çalışabilir nüfusun yüzde 20’si işsizdir ve tarımdan geleceklerle bu oran daha da artacaktır, o halde ücretlerde herhangi bir düşüş olmaksızın iş saatlerinin kısaltılması işsizlik sorununu tümüyle ortadan kaldıracak bir formül olacaktır.

O yüzden yaklaşan 1 Mayıs’ta, 119’uncusunu idrak edeceğimiz “birlik, dayanışma ve mücadele” gününün önem ve anlamanı uygun olarak işçi sınıfı olarak talebimizi güncellememiz gerekmektedir: “6 saat iş, 8 saatlik ücret!”,

Öyle ya, bir asırdan fazla bir zaman önce “1 Mayıs”ı 1 Mayıs eyleyenler, “8 saatlik iş, 10 saatlik ücret!” talebiyle mücadele etmiş ve kazanmış değiller miydi?

Mirasyedi değil de mirasa sahip çıkanlar olacaksak, “6 saat iş, 8 saatlik ücret!”

Yazan: Özcan Özen (28 Nisan 2008)

Notlar:

[1] http://kamusen.org.tr/mevzuat.asp?menu=istatistik&konu=asgari&detay_id=93

[2] İşsizlik oranı hesaplamalarının ayrıntılı bir özeti için; Mustafa Sönmez, “Hiper İşsizlik Ufukta, Önlem Şart,” http://www.bianet.org/bianet/kategori/emek/105040/hiper-issizlik-ufukta-onlem-sart

[3] Arzuhan Doğan Yalçındağ’ın TÜRKONFED Başkanlar Konseyi Toplantısı,Açılış Konuşması, 25 Nisan 2008 Şanlıurfa. www.tusiad.org.tr

[4] Süleyman Demirel de ekonomideki iyileşmelerin herkese etki etmediğinden yakınmıştı. “Ekonominin refah yaratmıyor,” Dünya Gazetesi 15 Şubat 2008.

[5] “Mısır’da üretime hayır, ticarete evet,” İşveren Dergisi, Mart 2008 http://www.tisk.org.tr/isveren_sayfa.asp?yazi_id=2003&id= ve “Yatırımlar Mısır’a gidiyor, Türkiye’de işsizlik ne olacak,” http://www.aksam.com.tr/haber.asp?a=69821,6&tarih=05.03.2007

[6] “Tekstilde özel bölgeler kurulacak, kimse Mısır’a gitmeyecek,”

[7] “Anadolu Cam bölgesel güç oldu,” Dünya Gazetesi, 24 Mart 2008.

[8] http://www.hazine.gov.tr/stat/yabser_ist.htm , Türkiye’nin Yurtdışına Toplam Sermaye İhracına İlişkin Tablolar (1980-EKİM 2005 Dönemi) Sermaye ihracı ile ilgili verilen rakamlar, Türkiye dışında kurulmuş Türkiye sermayeli şirketlerin sermaye ihracını içermemektedir.

[9] “Yurtdışına 3,5 milyar dolar yatıran Türkler, küresel güç olma yolunda,” Dünya Gazetesi, 27 Aralık 2007.

[10] “Türk şirketleri 2008’de de (yurtdışında) yatırıma gidecektir,” Dünya Gazetesi, 27 Aralık 2007.

Yorumlar kapalıdır.