“Yeni Anayasa” üzerine yeniden düşünmek

AKP hükümeti aracılığıyla, 2007 yılında gündeme giren ve uzun bir süre kamuoyunu meşgul ettikten sonra, partiye açılan kapatma davasıyla gündemden düşen yeni anayasa tartışmaları bir kez daha ısınıyor.

29 Mart seçimlerinde yaşanan düşüşün etkisiyle kabine değişikliğine giden AKP hükümetinin yeni Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in açıklamalarına göre hükümet, mevcut anayasanın günümüz ihtiyaçlarına cevap verir hale getirilmesi için parti grubu içinde yeniden hazırlıklara girişmiş durumda. Öte yandan, bir kez daha bu tartışmaların başta TÜSİAD, TOBB, barolar, üniversiteler ve muhalefet partileri olmak üzere çeşitli kurumların değerlendirmesine sunulması planlanıyor.

2007 yılında hükümet kanadıyla silahlı kuvvetleri ve sivil bürokrasiyi rejim üzerinde keskin bir kontrol savaşının eşiğine getiren yeni anayasa girişimleri, bu kez Dolmabahçe Mutabakatı, kapatma kartı, Kürt sorununda gelinen yeni aşama ve 29 Mart yerel seçimlerinin sonuçları ışığında yeni bir boyut kazanmış durumda. Bunun anlamı, AKP hükümetinin bu kez daha temkinli ilerleme, ordu ile çatışmaya girmeme ve burjuvazinin çeşitli sektörleri arasında uzlaşmaya dayalı bir tedrici dönüşüm stratejisi uygulamayı planlamakta olduğu.

Türkiye’de demokrasi hangi temelde ve kimler tarafından kurulmalı?

AKP hükümetinin şimdi bir kez daha kamuoyunu hazırlama çabasına girdiği bugünlerde, konuya ilişkin bir dizi belirleyici noktayı vurgulamak hayati bir önem taşıyor.

Şu anki görünümüyle egemenlerin ihtiyaçlarına yanıt vermekten uzak olan mevcut anayasa, açık olarak bir darbe anayasası! Bu haliyle öncelikle geniş emekçi yığınları siyasi tartışmalarda belirleyici bir güç olmaktan alıkoymaya odaklanmış bu darbe yasası aynı zamanda rejimin asker-polis karakterli yüzünü meşrulaştıran, kalıcılaştıran bir öze sahip.

Öyle ki, bu niteliği köklü bir biçimde dönüştürme hedefine odaklanmayan tüm “yeni anayasa tartışmaları” havanda su dövmekten, malumun yeniden cilalanmış bir ilanından başka bir anlam taşımayacak. Gücünü söz konusu darbe anayasasından alan asker-polis rejiminden söz etmişken bir başka noktayı daha vurgulamakta yarar var; asker-polis rejimi orduyu ve sivil bürokrasiyi kapsadığı kadar parlamento ve hükümeti de içermekte, ve resim bu şekilde tamamlanmaktadır.

Bu rejimin belirli fraksiyonları, zaman zaman kendi aralarında çıkar çatışması içine girmiş olsalar da, söz konusu resmin çerçevesinde bütünüyle anlaşmaktadırlar. Buna AKP hükümeti de dâhildir. Anayasa ve demokratikleşme tartışmalarına yönelik turnusol bu gerçeklikte yatmaktadır. Bugüne dek mevcut anayasanın onlarca maddesinin burjuvazinin ihtiyaçları temelinde değiştirilmesine karşın, temel maddelere dokunulmamış olması manidar bir gelişme olarak algılanmalıdır. Sol liberal çevrelerdeki büyük demokratik dönüşüm beklentilerine karşın, olasılıkla AKP, benzer bir girişimi bir kez daha geniş emekçi yığınları tartışmaların ve belirleyici olmanın uzağında tutarak hayata geçirmeyi planlamaktadır. Bu şekilde yeni bir anayasa oluşturulsa bile rejimin demokratik dönüşümü tartışması silikleşecek, reforme edilmiş anayasa üzerinden güç dengeleri yeniden biçimlenmiş, tanımlanmış olacaktır.

İşçi sınıfı belirleyici bir güç olarak öne çıkmak zorunda

İşçi sınıfı üzerinde suni kamplaşmaların hâkimiyetini sürdürmekle kalmayıp, sınıfın bölünmüşlüğüne bir süreklilik kazandırmakta olduğu kritik bir aşamadan geçmekteyiz. Giderek derinleşen ekonomik kriz ve artan sefalet, etkileri dalga dalga yayılarak günümüze dek gelen Kürt sorunu, baskı ve şiddetin gündelik hayatın bir parçası haline dönüşmesi, aynı zamanda işçi sınıfının tüm topluma önderlik edebilecek bağımsız bir güç olarak açığa çıkmasını engelleyen bu bölünmüşlüğü aşmanın hayati önemini ortaya koyuyor.

İşçi sınıfının bağımsız mücadele hattının geliştirilebilmesi yönünde öncelikli bir politik görevle karşı karşıyayız. İşçi sınıfı, belirleyici bir güç olarak tüm örgütleriyle birlikte gerek ekonomik krizin yıkıcı etkilerine, gerekse yeni anayasa tartışmaların biçimlenmesine müdahale etmeli, toplumun dönüştürülmesine önderlik etmelidir.

Askeri darbe kaynaklı 1982 Anayasası’nın yerine, kendine emperyalizmden kopuşu esas alan, Kürt halkının kendi kaderini belirleme hakkı da dâhil olmak üzere her türlü demokratik hak ve özgürlüklerle donatılmış yeni bir Anayasa ve bu anayasayı hazırlamak üzere halkoyuyla seçilmiş bir Kurucu Meclis oluşturulmadığı sürece, işçi sınıfı ve yoksul halk kesimleri bölünmüşlükten ve burjuva partilerinin gerici etkisinden kurtulamayacaktır.

Yazan: Murat Yakın (1 Haziran 2009)

Yorumlar kapalıdır.