‘Elinde taş izi varsa çocuk, adalet senin neyine?’

Muğlâklığı hiçbir surette kabul edemediğimiz bazı meseleler var. Hele ki bir halkın onlarca yıllık esareti, özgürlük feryadı mevzu bahis olduğunda…

Bugün; hükümet, ABD ve Irak temsilcileriyle Ankara’da bir araya gelmiş, kapalı kapılar ardında bir Kürt Açılımı planlıyor. Meclisin kulislerinde kulaktan kulağa Kürt sorununda adımların atılacağı konuşuluyor. Muğlâk bir açılımın üzerinden çıkan söylentiler bir yana, biz ‘aynası iştir kişinin lafına bakılmaz’ şiarıyla Kürt sorununda, yargı nezdinde 2006’dan bu yana yapılan açılımlara bakacağız. Kürt açılımını konuşurken hala kimi muhatap alacaklarını tartışan vekillere karşılık biz dolaysız Kürt halkını ve onun çocuklarını ele alacağız.

Dağdan inecek PKK militanlarına af, istihdam söylentilerine daha gelmeden önce; önümüzde, hali hazırda sonuçlanmış çok sayıda dava var. Mesela 2009 yılı Haziran başı itibariyle, sadece Adana’da “yasadışı örgüt propagandası ve üyeliği” suçundan son 11 ayda cezalandırılan çocuk sayısı 69’a, ceza süresi ise 300 yıla ulaştı. Bununla beraber 12 yaşında 13 kurşunla Uğurlar sokakta can verirken, Temmuz 2009’da katil zanlısı polisler de beraat kararıyla sokaklara uğurlandı.

Çok geride değil, Nisan’da, Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen duruşmada 18 yaşından küçük dört çocuğa aynı nedenlerle 6-7 yıl gibi ağır hapis cezaları verildi. Suçları: “Örgüt üyesi olmamakla beraber örgüt adına eylem yapmak”. Peki, yaşlarından fazla hapis cezası alan, kendilerine cezaevinde hayat bilgisi dersi uygun görülen bu Kürt çocuklar hangi Kürt Açılımı’nın bir sonucu olarak böyle hüküm giydiler. Gelin beraber hatırlayalım:

24 Mart 2006 tarihinde Muş’ta on dört PKK militanının öldürmesinin ardından dördünün cenazesi Diyarbakır’a vardığında orada yaşanan olaylara dönüp bakalım. Bir halk, çocukları da dâhil ‘terör örgütünün çağrısına uyarak’ ‘devleti’ taşlamıştı(!) Peki sonra? 5’i çocuk 10 kişi öldürülmüş, 203 çocuk gözaltına alınmış, 91 çocuk tutuklanmış ve birçoğuna soğuk suyla ıslatma, sigara söndürme, dayak gibi fiziksel şiddetten tutun da zorla İstiklal Marşı okutma, Türk bayrağına sürekli baktırma gibi psikolojik işkence ve kötü muamele de yapıldığı ortaya çıkmıştı.

Hayatını kaybeden 5 çocuğun otopsilerinde ateşli silah mermileriyle öldürüldükleri tespit edilirken bu silahların hangi güvenlik görevlisine ait olduğu 3 yıl boyunca tespit edilememiş ve görevli polis memurları için de tek bir dava bile açılmamıştı.

Hiç bir polise dava bile açılmamışken, bir kaç hafta içinde büyük bir kanun değişikliği yapılmış ve bazı suç tipleri çocuk mahkemelerinin görev alanı dışına çıkarılarak bir nevi bir ‘Diyarbakır Yasası’ ilan edilmiş, ‘Çocuklar çocuk mahkemelerinde yargılanır’ hükmü, ’15 yaşından büyük çocukların yetişkinlerle aynı hükümler çerçevesinde Terörle Mücadele Kanunu kapsamında Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemeleri’nde yargılanmaları’ şeklinde değiştirilmişti… Böylelikle de bu çocukların yaşlarından büyük cezalar almasının önü açılmış oldu.

Bu yasayla beraber başbakanın ‘Kadın da olsa çocuk da olsa gereği yapılacaktır.’ hükmü de dipçik darbelerini meşrulaştırmış oldu.

Başbakanın bu insanlık dışı bakış açısına karşı çok sayıda sanatçı ve avukattan ‘Çocukların örgütün ne demek olduğunu bile bilmediği ve onları bu algının üzerinden yargılamak gerektiği’ne dair savunmalar yükseldi.

Çocukların gerçekten de çocuk olmalarını bir yana bırakalım. Kaç yaşında olursa olsun, yaşam şartlarının her çocuğun zihninde verili bir bilinç yaratacağı inkâr edilemez bir gerçek. Burada çocukların savunusunu, yalnızca çocuk olmaları üzerinden yapmak ne yazık ki önemli bir gerçeğin önüne geçiyor. Bu gerçek, çocukların yaptıklarının bilincinde olup olmadığına dair verilen adli tıp raporlarında değil, doğduklarından bu yana şahit oldukları kötü muamelenin, eğitim şartları, aile ortamı ve sosyal çevrenin psikolojilerinde nasıl etkiler yarattığının incelemesiyle açığa çıkar.

Temmuz sayımızda Barış Sansar’ın sorduğu soruyu biraz değiştirerek baktığımızda “Türkleştirilen ya da yerinden edilip, yok edilen Kürt Halkının örgütlenmesi, bu yolla kendi kültürünü ve yaşam biçminin korunması ve devamlılığını sağlayacak propaganda araçlarını yaratması…” ile birlikte bu örgütlülüğü ve araçları korumak için, aslında kendini korumak için Kürt halkının ve onun çocukların vereceği her tür cevap “… terörize edici bir durum mudur?” Daha basitçe, Kürt çocuklar kendilerine, ailelerine, milletlerine uygulanan bu sistemli inkâr ve imha politikalarının bilincinde olarak sokaklara döküldüğünde, onlara “adalet senin neyine mi?” diyeceğiz? Ya da bu çocuk 19’una geldiğinde bugün Kürt Açılımı’nda bahsedilmeyen Terörle Mücadele Kanunlarını haklı göreceğiz.

Bugün elimizdeki bu yasalarla; yargılanan ve yargılanmaya aday binlerce çocuğun bilinci ve bu durumuyla Kürt Açılımı gerçekten Kürt sorununun çözümü mü oluyor, düşünelim!

Yazan: Canan Yılmaz (28 Temmuz 2009)

Yorumlar kapalıdır.