21 Ağustos’ta Afganistan’da, işgalin ardından ikinci cumhurbaşkanlığı seçimleri yapıldı. İşgalci güçler için işlerin giderek sarpa sardığı Afganistan’da, ABD emperyalizmi ve müttefikleri açısından bu seçimlerin önemli bir yeri vardı.
Bu nedenle, Taliban’ın boykot çağrıları ve sandığa gideceklere yönelik saldırı tehditleri altında, seçimlerin güvenliğini sağlamak için olağanüstü çaba sarf edildi. Seçim sürecinde 300 bin NATO ve Afgan askeri güvenliği sağlamaya çalışırken, güvenlik için harcanan para 300 milyon dolar civarındaydı.
Afgan Seçimlerinin Önemi
İşgalden bu yana 8 yıl geride kalırken, direniş, gücünü her geçen gün arttırıyor. İşgalcilerin durumu ise giderek kötüleşiyor. 2009 yılı henüz tamamlanmadığı halde, NATO kuvvetleri, en yüksek askeri kaybına bu yıl ulaşmış durumda. Yine bu yıl, ABD, mevcut asker sayısını, neredeyse iki kat arttırmak zorunda kaldı. Böylece ABD’nin Afganistan’daki asker sayısı 50 bine ulaşmış durumda.
“Demokrasi şampiyonu” Barack Obama ise, Afganistan’ı “terörizme karşı savaş”ın merkezine oturttu. Bu sene Afganistan’a 20 bin ABD askeri gönderilmesi kararının altında onun imzası var. Öte yandan, ABD halkının Afganistan savaşına desteği giderek azalmakta. Bu gerçek, bizzat ABD genelkurmay başkanı tarafından itiraf ediliyor ve kendisi durumu kaygı verici bulduğunu belirtiyor.
İşte ABD’nin ordularını Irak’tan Afganistan’a kaydırmaya ve tüm dikkatini Afganistan üzerinde yoğunlaştırmaya başladığı bu dönemde, Afgan seçimleri büyük önem taşıyordu. Zira yüksek katılımlı ve olaysız geçecek bir seçim; işgalci kuvvetlerin kamuoylarına ve dünyaya, ülkeye “demokrasi” ve “özgürlük” getirme vaatlerini gerçekleştirme konusunda mesafe aldıklarının propagandasını yapmak ve işgalin meşruiyetini tesis etmek açısından önemli bir malzeme sağlayacaktı. Ayrıca bu, Afgan halkı nezdinde, Taliban’a karşı işbirlikçi yerel hükümetin hegemonyasını arttırmak için de bir araç olacaktı.
Ne var ki, seçim sonuçları işgalciler açısından tam bir hayal kırıklığı yarattı. Bunun başlıca sebebi, seçimlere katılım oranındaki düşük düzey. İlk cumhurbaşkanlığı seçimlerinde, katılım oranı yüzde 70’ler düzeyindeyken, bu seçimlerde katılım oranı yüzde 40 civarında. Bu oran, Taliban’ın güçlü olduğu Kandahar’da, Helmand’da yüzde 5’i dahi zor buluyor.
Öte yandan, yapılan usulsüzlükler, seçim sonuçlarını belirleyici nitelikte. Seçim gözlemcileri, sandıkların sahte oylarla doldurulduğunu, birden fazla oy kullananlar olduğunu, bazı sandıklarda adayların temsilcileri tarafından seçim görevlilerinin kapı dışarı edildiğini, vs. rapor ediyorlar.
Bu gerçekler ortadayken, AB gözlemcilerinin seçimlerin “iyi ve adil” geçtiği tespiti; AB’nin demokrasi standartlarını yansıtması açısından da epey manidar. Onlara göre, katılım oranındaki düşüklüğe, seçimlerin bir sıkıyönetim atmosferinde geçmesine ve onca usulsüzlüğe karşın, seçimlerin yapılabiliyor olması bile başlı başına bir “başarı”…
Ve son olarak, seçimlerin en güçlü iki adayı Karzai ve Abdullah’ın yüzde 50 veya üstünde oy alamayacağının ortaya çıkması, emperyalistler açısından bir başka sorunu oluşturuyor. Çünkü bu şartlar altında, cumhurbaşkanının kim olacağı ikinci turda belli olacak. Bu durumsa, güvenliği sağlanması gereken bir başka seçim ve dolayısıyla harcanması gereken bir başka deste para (yüz milyon dolarlar!) anlamına geliyor.
Dolayısıyla, emperyalizm seçimlerde umduğunu bulamazken, Taliban’ın seçimlerden politik olarak güçlenerek çıktığını söylemek mümkün. Halkın çoğunluğunun boykot çağrılarına uyması veya uymak zorunda kalması, Taliban’ın gücünü gösteriyor.
Öte yandan, güvenlik seviyesinin en yüksek düzeyde olduğu, seçimlerden beş gün öncesi, başkent Kabil’in en iyi korunan bölgesine düzenlediği saldırıda Taliban’ın 7 NATO askerini öldürmesi, direnişin askeri etkinliğini göstermesi açısından önemli bir veri ve emperyalizme verilen sembolik bir gözdağı oldu.
Afganistan’a 805 asker daha!
Bu arada, Afganistan’daki oy sayım süreci devam ederken, NATO Genel Sekreteri Rasmussen’in Türkiye ziyareti, Afganistan’daki Türk ordusunun varlığı ve işlevini tekrar gündeme taşıdı. Direnişle çatışmalar şiddetlendiğinden bu yana ABD, NATO ülkelerine daha fazla asker göndermesi ve ülkedeki askerlerinin Güney ve Doğu’daki çatışmalara katılması yönünde baskı yapıyor. Türkiye de bu baskıdan muaf değil, kuşkusuz.
Türkiye’nin Afganistan’da hâlihazırda 795 askeri bulunuyor. Bu askerler, Afgan ordu ve polisinin eğitiminde görev alıyor ve sıcak çatışmalara girmiyorlar. NATO Sekreteri ise, Türkiye’de bir gazeteyle yaptığı söyleşide, Türkiye muharip güç gönderirse bunun kendileri için “çok büyük memnuniyet yaratacağını” söylemekten çekinmiyor.
Ne var ki, Türkiye egemenlerinin kısa vadeli planlarında, Afganistan’a muharip güç göndermenin yer almadığı anlaşılıyor. Fakat bu zor dönemlerinde, emperyalist müttefiklerini yüz üstü bırakacak kadar vefasız da değiller! Rasmussen’in Dışişleri Bakanı’yla yaptığı görüşmenin ardından, Bakan Davutoğlu, Türk gücünün Kasım ayında Kabil Bölge Komutanlığı’nı devralacağını ve 805 asker daha göndererek, asker sayısını 1600’e çıkaracaklarını açıklıyor. Böylelikle Türkiye muharip güç göndermese de, Afgan ordusunun eğitiminde daha fazla görev üstlenerek, emperyalist saldırganlığa “küçük ama anlamlı” bir katkı sunmuş oluyor.
Türkiye işçi ve emekçilerininse, Türk ordusunun Afganistan’da emperyalizmin taşeronluğunu yapmasında hiçbir çıkarı yok! Türk ordusunun Afganistan’dan ve yalnız Afganistan’dan değil, Lübnan’dan, Kosova’dan, Bosna’dan geri çağrılması acil bir görev olarak önümüzde durmayı sürdürüyor…
Yazan: Atakan Çiftçi (31 Ağustos 2009)
Yorumlar kapalıdır.