Depremden daha da tehlikeli olan kapitalizmdir

17 Ağustos 1999’da Gölcük merkezli, 7,5 şiddetinde gerçekleşen deprem, Marmara Bölgesi’nde ve Ankara’dan İzmir’e kadar olan geniş bir alanda hissedilmişti. Bu büyük depremin resmi rakamlara göre bilançosu; 17.480 ölü, 23.781 yaralı ve 505 sakat. Bunun yanında; 285.211 konut ve 42.902 işyerinde hasar. Ayrıca 133.683 çöken bina ile yaklaşık 600.000 evsiz…

Bu depremin ardından zarar görenlere yardım amaçlı olduğu söylenerek 4481 sayılı kanunla; ek gelir ve kurumlar vergisi, ek emlak vergisi, ek motorlu taşıtlar vergisi, özel iletişim vergisi ve özel işlem vergisi getirilmişti. Kanun 2003 sonunda yürürlükten kaldırıldı, fakat özel iletişim vergisi gider vergileri kanunu kapsamına alındı ve kalıcı hale geldi. 2004 başında kaldırılan özel işlem vergisiyle yaklaşık 1,8 milyar lira aktarıldı. Kalıcı hale gelen ve sayıları 65 milyonu aşan telefon abonesinden alınan özel iletişim vergisi, 10 yılda halkın cebinden 22,3 milyar lira çıkmasına neden oldu. Depremin maliyeti 17 ile 24 milyar lira olarak açıklanmıştı. Fakat bu yıl sonuna kadar deprem vergilerinden toplanacak miktar 27,2 milyar liraya ulaşacak, buna rağmen depremin yol açtığı hasarların büyük bir kısmı hala giderilememiş durumda. Bunun yanı sıra, çeşitli bürokrat ve uzmanlar tarafından yapılan açıklamalara göre, deprem sonrasındaki neredeyse tüm projeler, yurt dışından alınan kredilerle gerçekleştirilmiş. Bu durumda deprem için toplanan vergilerin gitmesi gereken yere gitmediği ortaya çıkmış oluyor.

Ayrıca 17 Ağustos depremi sonrasında Saddam Hüseyin tarafından gönderilen 10 milyon dolar tutarındaki petrol satılarak, İzmit’te, Arızlı ve Yuvacık’ta evler yapılmıştı. Arızlı’da yapılan 218 ve Yuvacık’ta yapılan 124 ev depremde yakınını kaybeden ancak evi olmadığı için hak sahibi olmayan vatandaşlara dağıtılmıştı. İlk önce aidat adı altında ödenekler vererek bu evlerde oturabilen depremzedelerden toplanan para daha sonra kira olarak alınmaya başlandı. Ve kirasını ödeyemeyenler bu evlerden polis zoruyla çıkartılarak yerlerine devlet memurları yerleştirildi.

Yani depremzedelere hibe edilen bu evler devletin kapitalist mantığına aykırı düşmüş olsa gerek ki; yakınlarını, varını yoğunu kaybetmiş hiçbir yaşam güvencesi olmayan bu insanlar bile kapının önüne koyulabildi. Görüldüğü gibi kapitalist sistemde devlet böyle işliyor. Depremden zarar görenlere yardım diye alınan vergiler, açıklanan deprem maliyetinden daha fazla olduğu halde, ortada geçek anlamda sarılmış bir yara, ya da ciddi anlamda alınmış bir önlem yok. Bugün baktığımızda anlıyoruz ki bu paralar depremzedelere değil, kapitalistlere yardım için bizim cebimizden alınmış.

Bize hakkımız olan evlerde bile yaşama hakkı verilmedi. Depremin üzerinden 10 yıl geçti ve göz boyamak için yapılan birkaç şey dışında hiçbir önlem alınmadı ve alınmayacakta. Çünkü kapitalist sistemde insan hayatına önem verilmez. Onların dini imanı paradır. Bize düşen ise bize yaşatılan bu acı deneyimlerden ders almak, cebimizden alınan bu vergilerin neden amacına uygun olarak kullanılmadığını denetlemek ve gerçekten bu paraların kimlerin cebine girdiğini ifşa etmektir. Kapitalizm hiçbir zaman bizim yaralarımıza merhem olmadı olamaz da.

Yazan: Ümit Yılmaz (31 Ağustos 2009)

Yorumlar kapalıdır.