Kamu grevine giderken

15 Ağustos’ta başlayan kamu toplu görüşmelerinde Toplu iş sözleşmesi ve grev hakkı talebini en ön sıraya koyan KESK, hükümetten karşılık, diğer kamu sendikalarından da destek bulamadığı için görüşme masasına oturmama kararı almış ve greve gideceğini açıklamıştı.

Toplu görüşme sürecini ve grev kararının niteliğini daha önceki bir yazıda tartışmıştık. Bu yazıda da bundan sonraki süreci anlamaya çalışalım.

KESK’in ilk çağrısı 25 Kasım’da uyarı niteliğinde bir iş bırakma eylemi yönünde oldu. Bu dikkat çekicidir. KESK, sürecin başından beri kendisini muhatap olarak görmeyen hükümeti “uyarmayı” seçmiştir. Yani ipleri koparmaya hâlâ gönüllü değildir. Bu uyarı eyleminin ardından ayın yirmi dokuzunda diğer sendikalarla ortak bir miting düzenlenmesi gündemde. Bütün bu eylemler için KESK, kamu ve özel sektör sendikalarına çağrılar yapıyor.

Diğer sendikalara yapılan çağrılara Kamu-Sen’in de olumlu cevap verdiğini biliyoruz. Bu yeni olaylar şöyle bir görünüm oluşturuyor; yönetim krizi yaşayan KESK, üye kaybını durduracak ancak hükümetle cepheden mücadeleye girmeyeceği bir pozisyon arıyor. Böyle bir orta yol ise yok. Kamu-Sen için durum daha da vahim, mücadeleci bir nitelik kazanması neredeyse imkânsız görünen sendika, geçen yazıda bahsettiğimiz gibi AKP’nin tercihi olmak şansına da sahip değil. O da uyarı eylemine çaresiz ve gönülsüzce destek verirken aslında hiçbir çıkış yolunun kalmadığının farkında. Ancak, bu tablo yalnızca bürokratlar için kötümserdir. Hatırlayalım, 2008 Aralık ayında yapılan mitingde konuşan KESK temsilcisi, eylem alanında toplanan kalabalık karşısında şaşkınlığını gizleyemeyerek, “Böyle bir kalabalık beklemiyorduk” sözünü ağzından kaçırıvermişti. Bu kez de öyle olacak. İsteksizce başlatılan eylemler, isteksizce savrulan tehditler, ülkenin tüm emekçilerini aynı mücadelede birleştirecek geri dönülmez bir hareketlilik yaratmak üzere. Sendika bürokrasileri işte bu hareketin altında ezilecektir.

Yazan: İC – Haber (29 Ekim 2009)

Yorumlar kapalıdır.