ATV- Sabah grevi her şeye rağmen sürüyor!

ATV- Sabah grevi, işyerindeki sendika üyesi sayısındaki azalma iddiasıyla mahkeme kararıyla durdurulmuştu. Yargıtay, 1 Mart 2010 tarihiyle, üye sayısındaki azalmanın tespitinin, grev kararının ilan edildiği tarihten sonraki verilere göre yapılması gerektiği gerekçesiyle durdurma kararını bozdu. Bu karar üzerine işten çıkarılan işçiler, “Bu işyerinde grev var” pankartını yeniden ATV binasına astılar. Biz de İşçi Cephesi gazetesi olarak, grevlerinin 177. gününde onlarla bir söyleşi gerçekleştirdik.

İşçi Cephesi (İC): Merhaba, pankartın asılmasıyla beraber grevin kaldığı yerden devam ettiğini gördük. Son durum nedir?

Mete Öztürk (MÖ): Sizlerin de takip ettiği üzere biz greve çıktığımızda, grevin daha dördüncü gününde 10 kişi işten atıldık. Grevdeyken işçileri işten çıkarmak suçtur. Bunun üzerine hepimiz işe iade davalarımızı açıp, suç duyurusunda bulunduk. Sadece bir arkadaşımız, diğer 9’umuzdan ayrı dava açmıştı. İşe iade davasından çıkan karar, 9’umuzun sendikal tazminatının yanı sıra kıdem ve ihbar tazminatlarının ödenmesi ve iş akdimizin feshedilmesi oldu. Yani bu kararın yasalara göre anlamı şu; tazminatları aldıktan sonra grev devam etse bile, işçiler grevci olamıyor. Oysa biz işveren sendikayı kabul etmediği ve bizimle masaya oturmadığı için greve çıktık, tazminatlarımızı alıp grevi sonlandırmak için değil. Şu an davası henüz sonuçlanmayan bir arkadaşımız yalnızca yasal olarak greve devam edebiliyor. Onun da davası bitince, grevci işçi kalmayacak.

İC: İşe iade edilmeniz yerine tazminatlarınızın ödenmesi nasıl bir süreç başlattı?

MÖ: Sendika da işveren de bizim davamız sonlanınca, bize “Siz artık grevci değilsiniz” dedi, Zira, Ahmet Çalık gibi bir patrona para ödemek koymaz. O, anayasal bir suç işledi, biz grevci işçileri işten atarak. Sonuçta greve katılan işçi işten atılırsa, sonra da mahkeme tazminatların ödenmesiyle işçiyi grevci statüsünden çıkarırsa grev hakkımızı nasıl kullanacağız? İşin ilginç tarafı ortada grevci işçi kalmasa bile, grev pankartını indirme yetkisi sendikaya ait olduğundan “işçisiz grevler” mümkün olabiliyor. Örneğin, TGS’nin örgütlü olduğu Cumhuriyet gazetesinde beş yıldır grev var, ama sendika pankart asmıyor ve ortada grevci işçi de kalmamış durumda.

İC: Sendikanın da temel talebi, sizlerin sendikalı olarak işe iadeniz ve toplu sözleşme hakkınız değil miydi?

MÖ: Sendika bize “artık grevci değilsiniz” diyerek, işverenle aynı tutumu benimsiyor. Böylelikle de davanın sonucunu meşrulaştırıyor. Sendikanın bu tavrıyla biz de kendimizi grevci tanımına sokamıyoruz. Paranızı aldınız gidin diyorlar. Adeta sendikaya yük oluyoruz. Bundan çok muzdarip olduk. Bize göre zafer ancak bu hukuksuzluğun ifşa edilerek, sendikalı olarak işe geri alınmamız olmalıdır. İşe iade davamız kazanımla sonuçlanıyor, ama bu talep ettiğimizi almamıza neden olmuyor, hatta grevi bitirmemizi hızlandırıyor. Aldığımız kıdem, ihbar tazminatlarının miktarı hiç önemli değil. Zira burada medyaya karşı bir grev yapıyoruz ve adeta “Kötü bir star” oluyoruz, bir daha hiçbir işveren bizi işe almak istemeyebilir. Bu durumda tazminatların ödenmesi asla bir zafer anlamına gelmiyor.

İC: Bu süreçten sonrasını nasıl görüyorsunuz?

MÖ: Dediğim gibi, zafer ancak sendikanın bu binadan içeri girmesi ve grevcilerin işe iadesi ile olabilirdi. Bu süreçten sonra, grevcisiz grev devam edecek gibi gözüküyor. Kalan tek arkadaşımız da tazminatını alırsa, grevci kalmayacak ama grev sürecek. Bu da biz işçilerin aleyhine bir durum. Yine de bu sürecin bize öğrettiği bir şey var ki, direnen işçiler her zaman kazanamayabilir, ama kazananlar daima direnenlerdir.

Yazan: İC- Söyleşi, 26 Mart 2010

Yorumlar kapalıdır.