Komşunun matkabıyla marangozluk yapılmaz!

Referandum tutumumuz ve bir gece rüyasına Lenin girenler…

Bu yazı referanduma üç gün kala yazıldı. Yayımlandığında referandum bitmiş olacak. Diğer bir ifadeyle bu yazı okuyucunun referandum tutumunu yönlendirmeyi/etkilemeyi amaçlamıyor. Açıkçası mevcut atmosfer içinde harfleri, kelimeleri yan yana getirerek oluşturduğumuz cümlelerle -eğer sihirli bir formül keşfetmediysek- birilerini etkilemenin çok da mümkün olduğunu sanmıyorum.

Bunun için çok daha fazlasının yapılması gerektiğini sınıf mücadelesi deneyimleriyle biliyoruz. Örneğin İşçi Cephesi olarak bizler referandum kampanyamız çerçevesinde başta işçi-emekçi mahalleleri olmak üzere çeşitli yerlerde binlerce bildiri dağıttık. Kahvelere, derneklere, sendika şubelerine gittik. Birçok toplantı gerçekleştirdik. Emekçileri evlerinde ziyaret ettik. Konuştuk, tartıştık. Neden “HAYIR” dediğimizi anlattık. Bol bol da dinledik.

Bütün bu çalışmalarda şunu gördük: HAYIR diye düşünenler bizim HAYIR deme gerekçelerimizle kendi görüşlerini daha da pekiştirdiler Kafası karışık olanlar bir de bizim söylediklerimiz üzerinden meseleye baktılar. Lakin ne EVET diyenler ne de BOYKOT tavrını benimseyenler fikirlerini değiştirmediler. Belki yüz kişide birkaç kişi… Bu bizim başarısızlığımız mı? Tabii ki hayır! Genel durumun da bundan farklı olduğunu sanmıyorum. Çünkü bu, sınıf mücadelesinin değişmez yasasıdır ve biz bu yasayı hem biliyor hem de gerçekten inanıyoruz: Israr, kararlılık, süreklilik… Sınıf mücadelesinde kökleşmek ve söz ve eylemlerinizin toplumsal bir karşılık kazanması ancak böyle mümkün hale gelebilir.

Bizler pürüzsüz sonuçlar alma hayaliyle yaşamıyoruz. Çalışma odalarında matematik problemi çözer gibi sınıf mücadelesi analizleri yapanlardan değiliz. En devrimci, en mükemmel tutumlar peşinde asla olmadık. Referandum’da HAYIR dedik! Bu tutum yanlış mı? Doğru olduğunu düşünüyoruz ama eğer yanlış ise nasıl bu tutumumuzu sınıf mücadelesi içinde aldıysak, gerekirse yine mücadelenin içinde düzeltip yolumuza devam etmesini de biliriz. Çünkü biz; ne “liberalizmin atacağı en ufak ve sarsak bir adım bile asker-sivil bürokrasinin egemenliğinden daha iyidir” diyen koyu bir liberalizmin batağına sürükleniriz ne de devlete ve rejime karşı mücadelenin her zaman devleti ve rejimi temsil eden burjuva hükümetlere karşı mücadeleden geçtiği gerçeğini unuturuz. Böyle yaptık diye akbabalarla yan yana düşüyoruz gibi bir korkumuz da yok. İşçi sınıfının ve emekçi halkların çıkarına/yararına olduğu sürece ellerini kirletmekten korkmayan bir siyasi anlayışı benimsiyoruz.

Evet, bu satırlar okunurken referandum bitmiş olacak ama sadece referandum; sınıf mücadelesi ise devam edecek. Örneğin EVET kazandıysa 54. maddenin üçüncü (Grev esnasında greve katılan işçilerin ve sendikanın kasıtlı veya kusurlu hareketleri sonucu, grev uygulanan işyerinde sebep oldukları maddî zarardan sendika sorumludur.) ve yedinci (Siyasî amaçlı grev ve lokavt, dayanışma grev ve lokavtı, genel grev ve lokavt, işyeri işgali, işi yavaşlatma, verim düşürme ve diğer direnişler yapılamaz.) fıkraları kalkmış olacak ama bu değişiklikleri anlamsız kılan birinci (Toplu iş sözleşmesinin yapılması sırasında, uyuşmazlık çıkması halinde işçiler grev hakkına sahiptirler. Bu hakkın kullanılmasının ve işverenin lokavta başvurmasının usul ve şartları ile kapsam ve istisnaları kanunla düzenlenir.) ve ikinci (Grev hakkı ve lokavt iyi niyet kurallarına aykırı tarzda, toplum zararına ve millî serveti tahrip edecek şekilde kullanılamaz.) fıkraları olduğu gibi anayasada yer almaya devam edecek. Diğer bir ifadeyle AKP bir taşla iki kuşu birden vurmuş olacak: Hem grev yasaklarını kaldırdım yalanıyla demokrat apoletini takacak hem de aslanlar gibi grev yasaklarını pekiştirecek. Nitekim bizim HAYIR gerekçelerimizden biri de buydu!

Buna rağmen HAYIR dediğimiz için özellikle BOYKOT tutumu alan kimi çevrelerin haddini de, amacını da fazlasıyla aşan suçlamalarına maruz kaldık.Bunların bir kısmı yazarımız, okurumuz, dostumuz kişilerdi. Ve üstelik biz İşçi Cephesi olarak değişiklik paketine ezilen ve sömürülen tüm toplum kesimlerini hak ve özgürlükler açısından daha da geri götüreceği ve özellikle Kürt halkının kendi kaderini tayin hakkının yeni ve daha yoğun saldırılarla ezilmesini olanaklı kılacağı için HAYIR diyoruz dememize rağmen bunu yaptılar. HAYIR diyen çeşitli kesimler arasında dağlar kadar fark varken, hepsini bir çuvala doldurarak, devrimcilerle karşı-devrimciler arasındaki hayati farkları yok sayarak bunu yaptılar. Yaptılar da örneğin BOYKOT’un en devrimci tutum olduğunu nereden çıkardılar! Bir gece rüyalarında Lenin kendilerine el mi verdi? İşin traji-komik yanı ise BOYKOT yazılarının yüzde 90’ının neden hayır demek gerektiğini anlatmasında. BOYKOT’un bir anlamda patentine sahip olan BDP’nin gerekçelerine bakın, neden hayır demek gerektiğini en iyi anlatan gerekçelerdir bunlar.

Sonuçta referandum bitti, hepimiz iyi kötü bir tutum aldık. Bunlar belli koşullara bağlı olarak izlenen taktik tutumlardı; doğru da olabilir yanlış da. Kuşkusuz bunları zaman ve sınıf mücadelesi belirleyecek. Lakin “BOYKOT en devrimci tutumdur” diyerek bir politik fikri değil adeta kadir-i mutlak tanrısal bir değişmezliği ilan ediyormuş edasıyla fetva verenlere de bir çift sözümüz var: Komşunun matkabıyla marangozluk yapılmaz!

Yorumlar kapalıdır.