25 Kasım: Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Sürüyor

Dünyada ve Türkiye’de her üç kadından biri şiddete maruz kalıyor ve kendilerine yönelik bu şiddet genellikle kendilerine en yakın erkekler (baba, eş, sevgili) tarafından gerçekleştiriliyor.

Birçok kadın kendisine yönelik bu şiddetin sonucunda ölüyor ve/veya kasten öldürülüyor.

Biz çoğunlukla gazetelerin üçüncü sayfalarından öğreniyoruz bu cinayetleri ki zaten ancak cinayet ise öğrenebiliyoruz! Birer cinnet, namus, kıskançlık haberi, birer polisiye vaka olarak okuyoruz…

Ve erkeğin öyküsünü dinliyoruz; zira bize hep onunki anlatılıyor.

Oysa bir kadın, yalnızca kadın olduğu için kendisine yönelen, onu inciten, zarar veren, sözel, fiziksel, cinsel şiddete maruz kalıyor.

Maruz kalıyor, çünkü toplumsal, hukuksal, ekonomik, siyasal olarak kadını erkeğe bağımlı kılan cinsiyetçi bir düzende yaşıyoruz.

Maruz kalıyor, çünkü kadını erkeğe bağımlı kılan erkek-egemen kapitalist devlet, bu cinsiyetçi düzenden besleniyor ve onu sürdürmek istiyor.

Çünkü şiddet, zor demek, baskı ve sindirme demek… Erkeğin üretimdeki cinsiyetçi iş bölümünden, yasalardan, geleneklerden kaynaklanan üstün konumunu doğal ve gerekli gören bu anlayış, bu nedenle, kadına yönelik şiddeti onun üzerindeki bir kontrol mekanizması, bir yaptırım aracı olarak görüyor ve meşrulaştırıyor.

Bu meşrulaştırmayı, en başta hukuk -nam-ı diğer adalet- sisteminin kendisi yapıyor. Tecavüzden cinayete birçok dava sonuçsuz kalıyor… Yapabiliyor, çünkü bizzat devlet yetkilileri kadın ve erkeğin eşit olamayacağını buyuruyor.

Bize hep erkeğin öyküsünü anlatanlar, O’nun annesinden, sevgilisinden, eşinden, kızından, ablasından bahsediyorlar… O’nun olan kadınlardan… O’na bağlı kadınlardan… Bu yüzden, yalnızca, O’nunla tanımlanabilen kadınlardan… Bedenlerinin her türlü hakkı erkeğe saklı tutulan kimliksiz kadınlardan…

Ancak o kadınların da bir öyküsü var… O öykünün bir yerini, 25 Kasım 1960’ta Dominik Cumhuriyeti’ndeki diktatörlüğe karşı mücadele ederken öldürülen üç kadın yazdı… Bir yerini, 1981 yılında 25 Kasım’ı “Kadına yönelik şiddete karşı uluslararası mücadele” günü ilan eden Latin Amerika ve Karayipler’deki kadınlar yazdı… Ve bu öykü o günden bugüne kadına yönelik erkek ve devlet şiddetine karşı uluslararası dayanışma ve mücadeleye katkı sunan kadınlarca sürdürülüyor…

Alışmayan, susmayan, boyun eğmeyen kadınlarca… Üzerlerindeki sistemli erkek ve devlet şiddetine rağmen ve ona karşı özgürleşme mücadelelerini sahiplenenlerle…

Ve cinsel, ulusal, sınıfsal her türlü sömürüye karşı örgütlü mücadeleyi var eden kadınlar, bu 25 Kasım’da da dünyada ve Türkiye’de mücadelelerinin sembolü olan bu günde taleplerini dile getirmeyi sürdürecek.

Çünkü kadına yönelik şiddet politiktir!

Çünkü kadın ve nefret cinayetlerine teşvik kabul edilemez!

Çünkü sığınma evleri istiyoruz!

Çünkü emeğimiz, bedenimiz ve kimliğimiz bizim!

Yorumlar kapalıdır.