Devletin yeniden yapılanması açısından HSYK seçimleri
Öncelikle şu soruyu sorabiliriz: Neden Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun kim(ler) tarafından, hangi usullere göre seçileceği bu kadar gürültü koparıyor? HSYK’yı bu kadar önemli kılan nedir?
Bilindiği üzere Türkiye’de de geçerli olan bir güçler ayrılığı ilkesi vardır. Bu burjuva devlet yönetim anlayışına göre devletin yönetimi üç güç arasında paylaştırılır: Yasama, Yürütme, Yargı. Yasama gücünü TBMM; Yürütme gücünü Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Bakanlar Kurulu, kısaca Hükümet diyebiliriz; Yargı gücünü ise Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay, Sayıştay, Askeri Yargıtay, Askeri Yüksek İdari Mahkemesi, Uyuşmazlık Mahkemesi ve HSYK gibi kuruluşlar oluşturur.
Görüldüğü üzere HSYK seçimi, doğrudan devleti yönetecek güçlerden birini belirleme işidir. Mevcut durumda Yasama (TBMM’de çoğunluk AKP’de) ve Yürütme (Cumhurbaşkanı AKP kökenli Gül, Hükümet de AKP’de) gücü AKP’nin elinde toplanmış olduğundan Yargı gücünün de AKP denetimine girmesi, kimilerince, AKP’nin sivil diktatörlüğünün gerçekleşmesi olarak ifadelendirilmektedir. Bu nedenle HSYK seçimleri doğrudan devleti yönetme, rejime yön verme tartışması olarak görünmektedir.
Kuşkusuz toplum, çıkarları uzlaşmaz farklı sınıf ve katmanlardan oluşmuyor olsaydı ve bu sınıflardan biri olan burjuvazi de modern kapitalist devletin sahibi olmasaydı bütün bu tartışmalar objektif bir demokrasi ve hukuk ilkeleri üzerinden yapılabilirdi. Oysa öyle değil! Türkiye sermaye sınıfları kendi çıkar ve ihtiyaçları üzerinden devleti ve rejimi yeniden yapılandırmaktadır. Adına neoliberalizm denilen kapitalist saldırganlık politikaları bu yönelimin temelini oluşturmaktadır. Ne anayasa değişikliklerinin demokrasi ve özgürleşmeyle ilgisi vardır, ne de HSYK seçimlerinin adalet sağlayıcı hukuk ilkeleri getirmesi beklentisi söz konudur. Devlet bürokrasisi ve rejim gücü, sermaye güçleri arasında nasıl paylaşılacak, anayasa ve diğer hukuk kuralları neoliberal devlet aygıtına nasıl uygun hale getirilecek, işte tartışma budur.
Türkiye pratiğine baktığımızda da bu gerçeği görürüz. İlk kez Yüksek Hakimler Kurulu adıyla 27 Mayıs 1960 askeri darbesi sonrası kurulan, 12 Mart ve 12 Eylül askeri darbeleriyle gücü daha da pekiştirilen ve 1982 Anayasası ile HSYK adını alan rejimin bu büyük gücü şimdi sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda “çağın ruhuna” uygun olarak yeniden formatlanıyor. Bu ne anlama geliyor? Başbakan’ın sürekli söylediği, icraatlar HSYK’dan, yargıdan dönüyor, milyar dolarlık projeler rafa kalkıyor, mahkemeler Türkiye gerçeğine uygun kararlar vermiyor şikayetlerinin sonlandırılmasıdır. Aynı zamanda Kürt sorunundan azınlıkların durumlarına, merkezi yönetim anlayışından belediye yönetimlerine kadar Türkiye’nin neoliberal ekonomi-politiğe uygun şekilde yapılandırılmasıdır bu süreç. Seçilen HSYK üyeleri işte bunun için seçiliyor.
Unutmadan ve ısrarla belirtelim; bu, özel olarak AKP’nin değil, dünya ile birlikte Türkiye burjuvazinin ihtiyacı ve talebidir. Dönemsel olarak çıkarları çatışan çeşitli sermaye gruplarının bu kavgaya öncelikleriyle yön vermeye çalışması ise devletin yeniden yapılanmasını kavga ve uzlaşma dolu bir geçiş süreci haline getirmektedir.
Kısmi Anayasa değişikliğiyle üye sayısı, üyelerinin seçimi ve işleyişi değişen HSYK’nın referandum sonrası gerçekleşen üye seçimlerinin birçok tartışma ve komplo iddilarına neden olmasının arka planında da işte bunlar var.
Altını çizerek ifade edecek olursak: Düne kadar devleti elinde tutan asker-sivil bürokrasi, cumhuriyetin kurucu unsuru olmaktan da gelen ayrıcalıklarıyla, çok önemli bir rejim gücüydü. Bu güç, daha 1920’lerden başlayarak milli burjuvazi yaratma politikalarıyla can ve kan verdikleri Türkiye’nin büyük sermaye güçlerinin varlığıyla da harmanlanarak Bonapartist devlet aygıtını oluşturmuştu. Lakin cumhuriyetin besleyip büyüttüğü bu sermaye güçleri (TÜSİAD) sınırları aşıp yeni ihtiyaçlar edindikçe, yeni beklentiler de edindi. Ve özellikle son 20 yıldır giderek daha fazla oranda kendini bu asker-sivil bürokrasiye -eski anlamıyla- daha az ihtiyaç duyar hale geldi. Ayrıca eş zamanlı olarak son 30 yılda ciddi sermaye birikimi sağlayan ve bu gücün devletin yönetimine yansımasını isteyen ve üstelik kendileriyle rekabet gücüne de sahip yükselen yeni sermaye güç odakları da (MÜSİAD) bu yeniden yapılanma ihtiyacını pekiştirdi. Ve tabii bu sürecin, yaşanan bu kavgaların, HSYK seçimleri dolayımıyla gündeme gelen hukuk-anayasa-yargı üzerinden kopan fırtınaların hiçbirinin Türkiye’ye özgü olmadığını özellikle belirtelim.
Yorumlar kapalıdır.