Füze Savunma Kalkanı Projesi Onaylandı
19-20 Kasım’da Portekiz’in başkenti Lizbon’da gerçekleşen NATO zirvesinde emperyalizm adına önümüzdeki 10-15 yıllık dönemi şekillendirecek “yeni strateji belgesi” oylandı.
Soğuk Savaş döneminden sonra 3. kez belirlenen strateji belgesi, Türkiye’nin de içinde olduğu 28 ülke tarafından onaylandı. Zirve ve zirveye konu olan belge etrafında sürdürülen en önemli tartışma ise füze savunma kalkanı projesine ilişkin oldu.
Füze Kalkanı projesi, ilk önce Soğuk Savaş döneminde ABD tarafından “Yıldız Savaşları” adı altında SSCB’ye yönelik olarak uygulanmaya çalışılmıştı. SSCB’nin dağılmasının ardından Bush döneminde yeniden Rusya ve Kuzey Kore’ye karşı bir ABD projesi olarak ve bu sefer de İran’dan gelebilecek tehditlere yönelik bir “gereklilik” olarak NATO şemsiyesi altında gündeme getirildi. Bu sistem ile bir füzenin ateşlenmesi ile birlikte ya birinci aşama olarak atmosfere girmeden, ya ikinci aşama olarak atmosferde bunun da başarısız olması durumunda ise üçüncü aşama olarak hedeflediği ülkeye varmadan imhası mümkün olacaktı. Bu biçimiyle de bu sistem bir savunma sistemi olarak sunulmakta ve füze kalkanının Türkiye’ye konuşlanması önerilmekteydi.
Önceleri Rusya’yı hedef gören ve bu rotaya uygun olarak Polonya ve Çek Cumhuriyetini kalkan projesinin ilk aşamasında konumlayan öneri bugün bu proje için Türkiye’yi işaret ediyor ve bu değişiklikle birlikte ABD ve NATO bileşenleri için yeni tehdit İran mı sorusunu beraberinde getiriyordu. Türkiye de “komşularla sıfır sorun” dış politikası gereğince çekincesini bu noktada ortaya koydu. Ardından sorun, Belge’de tehdit unsuru olan ülke ismi geçirmeden katılımcı devletlerce çözülmüş oldu ve Belge dolayısıyla da proje onaylandı ve prensipte anlaşma sağlandı. Ama bizler için tüm yakıcılığı ile ortada duruyor.
Çünkü bu proje açıkça ifade etsin ya da etmesin İran’ı -nükleer silahlanması yolu ile ABD ve İsrail’in nükleer silah tekeline yönelik- bir tehdit unsuru olarak ortaya koymaktadır. Ve ABD ve İsrail’in emperyalist çıkarlarının savunusu temelli bir mevzi yaratma çabasıdır. NATO şemsiyesi altında bir yandan diğer devletlerin desteği alınarak meşruluğu güçlendirilirken bir yandan da maliyeti paylaştırılmaktadır.
Emperyalist saldırganlığın başta Ortadoğu’ya yönelik boyutunun öngörüsünü kuvvetlendiren bu adım, Türk hükümetinin ise ikiyüzlülüğünü sergilemektedir. Neticede, politikalar burjuvazinin çıkarları tarafından belirlenmektedir. Ve bugün hâlâ Türk burjuvazisinin birincil çıkarı ABD ile ittifak ve AB stratejik ortaklığı üzerinde hayat bulmaktadır. İşçi ve emekçiler için ise çözüm emperyalist politikalara kalkan olmayı reddetme aşamasında başlayacaktır.
Yorumlar kapalıdır.