YURT- KUR önce barınma sorununu çözsün!
Yüksek harç zamları, eğitimdeki bütçe kısıntıları gibi ortak saldırı planına, kitlesel eylemlerle karşılık veren Avrupalı öğrencileri, bu kez Türkiye’deki öğrenciler izliyor. Aynı planın parçası ve bu topraklardaki uygulayıcısı AKP Hükümeti’ne yönelik protestolar geçtiğimiz aylarda Başbakan’ın Boğaziçi Üniversitesi’ni ziyaretiyle başladı. Öğrenciler şikâyetlerini dile getirmeye çalışırken, yeriyle ironik bir şekilde de olsa gaz bombaları ve polis şiddetiyle karşılaştı.
Yaşananlar, Başbakan’ı korumaya yönelik alınan bir güvenlik tedbiri değildi; nitekim tepkilerini dile getiren insanların birer asayiş vakası haline geldiği ülkemizde, Dolmabahçe Rektörler Buluşması’nda da polisin uyguladığı şiddetle kendisini bir kez daha ortaya koydu. Yapılan protestolarda öğrenciler dayak yedi, bir kadın öğrenci ise bebeğini kaybetti. Bu olaylara ilişkinse, hükümet sözcüsü Egemen Bağış, “öğrenciler aşırı şiddet kullandılar” dedi! Hemen ardından, AÜ Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde Süheyl Batum ve Burhan Kuzu’nun yumurta atılarak protesto edilmesi, ‘Türkiye’de öğrenciler de varmış!’ dedirtecek cinsten bir tartışmayı başlattı. Acaba öğrenciler var mıydılar, hiç miydiler? Ne zamandan beri seslerini yükselttirdiler?
Öncelikle şunu kabul etmek gerekiyor ki, Türkiye’de kitlesel bir öğrenci hareketinin varlığından söz edemiyoruz. Gerçekleşen protestolarda ve eylem biçimlerinde de görüldüğü gibi eylemler bir grup öncü öğrencinin, sosyalist grupların inisiyatifinde gerçekleşmektedir. Buna rağmen öğrencilerin tepkilerinin kamuoyunda, gövdelerinin yarattığı etkiden daha fazla yankı bulması, rejimin baskıcı yüzünün direkt açığa çıkmasını sağladı.
ODTÜ’de 2200 polisin kampüsü basması, Marmara Üniversitesi’nde geçtiğimiz hafta yaşanan faşist saldırı, YTÜ, Hacettepe ve Anadolu Üniversitesi’ndeki polis saldırıları, parasız eğitim istedikleri için öğrencilerin tutuklanması, Anadolu Üniversitesi’nde kantini boykot ettikleri için öğrencilerin 17 bin lira cezaya mahkûm edilmeleri, Başbakanı protesto eden öğrencilere verilen adli cezalar, İÜ’de polise sınırsız arama yetkisi verilmesi gibi olaylar, öğrencilerin haklı öfkelerine yönelik korkunun resmidir… Anlatılanın kendisi iktidarın önümüzdeki dönemde de toplumsal muhalefete karşı olacak muhtemel tavrına dair ipucu vermektedir.
Görünen o ki; öğrenci protestoları sadece öğrenci kitlelerini politize edecek bir meşruiyet zemini yaratmamış; aynı zamanda rejime ve hükümete ilişkin “demokrasi” yanılsamalarını da bertaraf etmiştir. Tam da geniş öğrenci kitlelerini kapsamak için sıradaki adımın ne olacağını tartışmanın zamanıdır. Fakat bunu tartışmak için öğrenci muhalefetinin durumunu ve eylem biçimlerini irdelemek gerekiyor.
Daha önceki sayılarımızda Avrupa’daki öğrenci hareketlerini değerlendirirken, öğrenciler hükümetlerin kemer sıkma politikalarına yönelik tepkilerini, sayısız işçi grevini ve toplumsal öfkeyi yanlarına alarak, sendikaları, yerel örgütlülüklerini harekete geçirerek kitlesel bir biçimde karşılık vermişlerdi. Gerek okullarını, gerek hükümet parti binalarını işgal ederek; alanlara çıkarak taleplerini ortaya koymuşlardı. Türkiye’de ise, haklılığı ve yarattığı olumlu havaya rağmen, böyle bir atmosferden söz edemiyoruz.
Buradan hareketle, Türkiye’deki kıpırdanmaları, adına yükseliş diyemeyecek kadar hayli kırılgan bir yapıya sahip olduğunu söyleyebiliriz. Ne yükselen bir sınıf hareketinin, ne de diğer mücadelelerin bir parçası olarak ortaya çıkan; öğrencilerin ortak taleplerini değil de, hükümet karşıtı bir söylemi merkezlerine alan bu eylemliliklerin sınırlılığı açıktır. Gücünü kitlelerden almasa bile, bu süreçte onları da tetiklemekten şimdilik uzaktır. Öte yandan hükümet cephesinden karşı taarruz olarak okunan artan polis şiddeti ve baskıyı da; yalnızca gelişen eylemlilikleri bastırmak olarak algılamak da bizi bir yanılgıya götürür. Bologna planıyla işletilen program ve komşu kıtada yaşananlar bize daha fazlasının olduğunu işaret ediyor. Neoliberal politikaların şekillendirdiği yeni üniversite modelinin bir parçası olarak baskı, krizle birlikte daha fazla sömürülmeye aday işsiz öğrenci profilini, esnekliği temel alan yeni çalışma düzenine göre şekillenen ve kârlılığa hizmet eden eğitim modelini yaratmak amacıyladır. Bu yüzden gerçekliklerimizi kavrayarak, açılan çatlağı genişletmek, sorunları talepleştirmek, daha fazla öğrencinin bir araya geldiği bir mücadele hattı örmek gerekiyor. Elbette sorunlarımızı salt öğrencilerin sorunu gibi algılamamak, gücümüzün birlikteliğimizden geldiğinin bilincinde olarak hareket etmeliyiz.
Yorumlar kapalıdır.