Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku’nun zaferi
12 Haziran seçimlerine ilişkin olarak, pek çok farklı değerlendirmeyle karşılaşmak mümkün. Ancak hemen tüm değerlendirmelerin ortak noktası şu ki, 12 Haziran seçimlerinin en büyük galibi BDP oldu.
İşçi Cephesi‘nin de bir bileşeni olduğu Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku adayları iki aylık güçlü bir seçim çalışmasının ardından, tüm engellere rağmen meclise 36 milletvekili sokmayı başardı. Bu sayede meclisteki milletvekili sayısı 22 olan BDP, bu sayıyı yüzde 50 oranında arttırdı.
Tek başarı sayıdaki artış olmadı. Daha önce hiç vekil çıkmamış olan Ağrı, Kars, Adana ve Mersin’den ilk kez vekiller çıktı. Hakkari’deki üç adayın üçü de meclise girdi. Ayrıca pek çok KCK tutuklusu da bu sayede özgürlüğüne kavuştu.
Tüm bunların dışında kimi sosyalist adayların meclise girmesi de, sınıf mücadelesinin geleceği açısından biz işçilere güç katacak başka bir destek noktasını oluşturdu.
Sadece seçim sonuçları itibari ile değil, seçim sürecinde de işçi sınıfı, yoksul Kürt halkı, azınlıklar ve tüm ezilenler içerisinde sürdürülen güçlü çalışmalar bizlere pek çok yeni mevzi bıraktı. Blok adayları sadece tanıtım broşürleri, halk toplantıları, mitingler ve şenlikler ile değil, yoksulların kapısını tek tek çalarak ve hatta direnişlere ziyaretlerde bulunarak iş güvencesi ve örgütlenme özgürlüğü taleplerini işçi sınıfına yaydılar. 12 Haziran’a kadar yapılan tüm bu çalışmalar, bizlerin önünü seçim sonrası dönemde de açmaya devam edecek.
Blok’un bu zaferi varlık sebebini de fazlası ile kucaklamaktadır. Zira, blok yüzde onluk anti-demokratik seçim barajının olduğu koşullarda düzen partilerine karşı bir alternatif oluşturmak niyetindeydi. Nitekim, Blok’un zaferinin hayali dahi devleti ürkütmeye yetmişti ve Yüksek Seçim Kurulu 6 adaya yönelik veto kararı almıştı. YSK, büyük protestolar ve burjuvazinin meşru bir anayasaya ilişkin meclisteki BDP varlığına duyduğu ihtiyaç karşısında geri adım atmak zorunda kalmış olsa da, seçim süreci boyunca başka pek çok anti-demokratik uygulamalar ile bizzat karşılaştık. Seçim bürolarımız basıldı, toplantılarımız gaz bombaları ile kesildi, kimi zaman toplantı yapacak salon dahi bulmakta güçlük çektik. Bunca terörize etme girişimlerine rağmen yürüttüğümüz çalışma zafer ile sonuçlandı.
İşçi Cephesi için, Blok içerisinde yer almanın dört temel hedefi vardı. Emperyalizmden kopuş, Kürt halkının kendi kaderini tayin hakkı, demokratik dönüşümler ve iş güvencesi. İşçi Cephesi’nin tüm seçim çalışması da bu dört temel talep etrafında yürütülen bir çaba olarak sürdü. Süreç içerisinde artan anti-demokratik uygulamalar ve kimi sosyalist blok adaylarının işçi sınıfı ile kaynaşma çabası bu dört temel talebimizi ifade edebilme olanaklarını bizlere sundu. Ancak bunca olumlu dinamiğin yanında, Blok’un kimi zayıflıklar içerdiğini söylemekten de başından itibaren hiçbir zaman geri durmadık.
Bizim için Blok, saydığımız dört asgari talep sınırları dahilinde kurduğumuz bir seçim ittifakı idi. Bu bağlamda hem böyle bir çalışmanın çalışkan bir parçası olmak, hem de saydığımız dört temel talebimizi daha çok dillendirebilmek adına, Blok’a dair umudumuz, süreç içerisinde gerçeklik buldu.
Ancak seçimler bitti ve BDP’ye geçen Blok adaylarının bize gelecekte neler sunabileceğini olumlu yönden değerlendirmek ve tehlike dinamiklerini görmek bizler için dünden daha da önemli bir hale gelmiş durumda.
Blok’un en önemli kazanımı elbette ki, Kürt halkının iradesinin parlamentoya taşınması oldu. Ancak bir o kadar önemli bir başka kazanımı da, Blok adaylarının içerisinde yer alan kimi mücadeleci sosyalistlerin de meclise girebilmesi oldu. Yeni anayasanın hazırlanacağı ve hazırlanacak olan emekçi düşmanı ve yarı-Bonapartist karakterli yeni anayasanın, burjuvazi ve AKP tarafından toplumun tümünü kucaklar görüntüsü verilmesi istendiği aşikar. Bu bağlamda her iki düzen partisinin (AKP ve CHP) içerisindeki sendikacılar, işçi sınıfının birer ajanı olarak parlamento içerisindeki yerlerini aldılar. Buna karşın bu mücadeleci sosyalistlerin, emeği ilgilendiren önemli tartışmalarda oynayacakları rol sınıf mücadelesi için ön açıcı olabilecektir. Ayrıca grev ve direnişlere bu sosyalist vekillerin göstereceği destekler de, sınıf mücadelesi açısından bir başka olumlu yön olacaktır.
Ancak tam da aynı anayasa tartışmaları içerisinde Blok’un 36 adayının takınacağı tavır gelecek adına olumsuz bir eğilimi de içerisinde barındırabilir. Seçim sonuçları açıklanır açıklanmaz, Erdoğan pençelerini patilerine gömerek bir uzlaşı çağrısında bulundu. 330 sayısını yakalayamayarak anayasa oylamasında en az 4 oya daha ihtiyaç duyan AKP, önümüzdeki dönemde CHP’ye olduğu kadar BDP’ye de el uzatacaktır. Bu süreç içerisinde kimi tartışmalarda AKP ile uzlaşı arayışları içerisinde anayasaya destek verilmesi rejimin, burjuvazi lehine yeniden yapılandırılması adına bir desteğe dönüşebilir. İşte bu durum da patronlar lehine bir dizi dönüşüm yapacak olan anayasayı kitleler gözünde daha da meşrulaştırma dinamiği taşımaktadır.
Demokratik dönüşümlere ilişkin bu mühim noktanın yanı sıra, emperyalizmden kopuş talebinin hayata geçişi önünde de kimi engeller mevcuttur. Demokratik özerklik talebi ile yerel yönetim talepleri arasında bağ kuran BDP’nin AB üyeliğini desteklemesi ve mecliste bu doğrultuda bir tavır takınması, AB’deki azınlıklar ve işçi sınıfına karşı olan kimi yasa ve tavırların hızla ve kolaylıkla Türkiye’ye taşınmasını sağlayabilecektir.
Öte yandan, seçim çalışmalarının son döneminde sıkça telaffuz edilen “çatı partisi” fikrinin de can damarını bu iki meseleye dair vekillerin takındığı tavır belirleyecektir. Ayrıca, seçimlerden önce olduğu gibi, şu anda da bu ittifakın üzerinde örgütlü bir mücadele halindeki işçi sınıfının bir basıncı kurulamamıştır ve bu basıncı oluşturabilecek sosyalistlerin gücü ise son derecede sınırlıdır. Bu doğrultuda bu tartışma da, birliklerin değil, ayrılıkların derinleşeceği bir yola doğru sapma eğilimi içerebilir.
Bunların yanı sıra, rejimin BDP’nin vekillerine, BDP’ye ve bu vekilleri destekleyenlere karşı kurduğu baskı ilerleyen zamanda hiç de azalacak gibi görünmüyor. Buna karşı, güçler dengesinin burjuvazinin temsilcisi AKP aleyhine kırılması ve kendi kaderini tayin hakkı talebi ile önümüzdeki süreçte de BDP’li vekillerin ve BDP’nin savunulması yine işçi sınıfının çıkarına olacaktır.
Her şeye rağmen, tüm bu olanaklar ve tehlikeler içerisinde son sözü söyleyecek olan, mücadele halindeki işçi sınıfı olacaktır. Onun, birleşik bir örgütlenme yaratarak bu tartışmalara dahil olması her zamankinden de önemlidir. Ve işçi sınıfının bu tartışmada birleşik olarak yer alabilmesi için devrimci bir partiye duyduğu ihtiyacın yeri hâlâ dolmamıştır. Seçim sonrası dönemde de, bu ihtiyaca cevap vermek için her zamankinden de çok çalışmak! İşte İşçi Cephesi’nin önünde duran görev budur.
Yorumlar kapalıdır.