Kürt sorununda yeni yöntem
Yeni yöntem dediğimize bakmayın. KCK iddianamesinde BDP’nin kapatılmasına kadar varabilecek kimi betimlemelerin yanında, tutuklama dalgalarına ve Newroz yasağına da bakacak olursak, hükümetin esas olarak yeni olmayan -ama görece toplumsal desteğiyle birlikte çok daha ağır siyasi/sosyal sonuçlar üretebilecek- baskıcı bir yöntemde ısrarcı olduğunu söyleyebiliriz.
Buna rağmen yeni çözüm yolu diye tarif edilenin, eski yöntemlere benzediğine bakıp 90’ları yeniden yaşamakta olduğumuzu düşünmek de bir hayli yanlış olur. Bugünün baskıları, dünün otomatik bir uzantısı değil tam da rejim içi güç dengelerinin şekillendirdiği yeni aktörlerin ihtiyaçlarının bir yansımasıdır. Kürt açılımı sürecini MİT-PKK görüşmelerinden başlayıp, KCK iddianamesine kadar 5 maddede inceleyecek olursak sürecin evrimini biraz daha kavrayabilir ve olasılıklar ile görevlerimizi netleştirebiliriz.
1. MİT-PKK görüşmesi
MİT ve PKK arasında Hakan Fidan’ın bizzat Erdoğan’ı temsil ettiği Oslo görüşmeleri müzakerenin ne boyuta vardığını göstermekteydi. Görüşmelerde MİT’in saygılı dili, ve özerklik projesine atfen valililerin seçimle belirlenmesi sisteminin önerilişi devletin tutumuna dair pek çok veriyi sağlamaktaydı. Bunun dışında bu bilgilerin basına sızışı, “baharda barışın geleceği” yönündeki değerlendirmeleri yanında taşıdı.
2. Arap devrimci sürecinin Suriye’ye sıçraması
Kürt sorununu, emperyalizme entegrasyon ve dışa açılım politikaları adına bir biçimde çözmek zorunda olduğunu hisseden rejim bir ana kadar yalnızca Türkiye Kürtlerinin seferberliğinin kontrolden çıkmasından korkmaktayken, Arap devrimci sürecinin Suriye’ye yansıması tabloya yepyeni bir renk verdi. Irak’ta özerk bir Kürt devletinin bulunması ve aynı modelin Suriye’de de belirmesi olasılığı, Arap devrimci sürecinin Suriye ile birlikte Kürt illerine de sıçraması olasılığını gündeme getirmiş oldu. Artık rejim yalnızca Türkiye Kürtlerinin değil, Suriye Kürtlerinin geleceğinin de yakın bir olasılık olarak kendisini nasıl etkileyebileceğini gördü ve özerklik gibi taleplerin önüne geçmek için, hem dış hem de iç işlerinde yoğun bir mesaiye başladı.
3. MİT krizi: Yargı-Hükümet gerilimi
Kuşkusuz ki AKP’nin “çözüm” kavrayışına muhalif olan başka burjuva odaklar da söz konusuydu. Çünkü Kürt sorununun çözümü devletin neoliberal yeniden yapılanmasının ele alınışı ile paralel bir süreci gerektiriyordu, bu da bildiğimizden daha da fazla çıkarın çatışması anlamına gelmekteydi. Cemaat ve AKP arasında olduğu ifade edilen bu gerilim de Kürt sorununun çözüm yöntemi ve rejimin yeni yapısı üzerinde kilitlenmişti. Gidişattan yeterli payı alamadığını hisseden bir (ya da birkaç) kesimin yargı üzerinden müdahalesi ile, PKK ile görüşmeleri sürdüren “müzakereciler” ön plandan geri düşmüş gibi göründüler..
4. Newroz’un yasaklanması
Anayasa hazırlık süreci ve Suriye’deki seferberliğin sıcağında 2012 Newroz’unun kitlesel geçmesi rejim ve hükümet için iki anlamda risk taşıyordu. Birincisi, kitlesel ve barışçıl bir Newroz’un geçmesi Arap devrimci sürecinde bir Kürt kalkışması için ihtiyaç duyulan görüntüyü sağlayabilirdi. İkincisi ve daha da önemlisi de, Newroz bu yıl bir bayram günü olarak değil, KCK tutuklularının özgür bırakılmaları talebi etrafında kurgulanmaktaydı. AKP hükümeti böylesi dinamikler taşıyan kitlesel bir gündense, en azından batı illerinde Newroz’u polisiye bir vaka haline getirmeyi tercih etti. Lakin başta Diyarbakır olmak üzere, kitlelerin her şeye rağmen sokağa dökülüşü ile İstanbul dahil, hükümetin hesapları tutmadı.
5. KCK İddianamesi
KCK iddianamesinin tamamlanması da, şimdilik açılım ve barış söylemlerinin değil askeri ve siyasi operasyonlar sürecinin ön planda olduğunu işaret etmekte. Meşhur örnekler olan Prof. Dr. Büşra Ersanlı ve Belge Yayınları’nın sahibi Ragıp Zarakoğlu gibi tutuklamaların mantıksızlığı hakkında söz söylemeye dahi gerek kalmadı. İddianamenin gerekçeleri öyle geniş ki, Türkiye’de yaşayıp hayatı boyunca PKK’nin adını duymamış kimseler dışında herkes bu davada sanık olabilir. Ancak bu durum da AKP hükümetinin baskı rejiminin eski yöntemlerini körce kullandığı anlamına gelmemektedir. AKP hükümeti, öncesinden farklı olarak Kürt sorununu kabul etmek durumunda kaldı, ancak başından itibaren sorunu muhatapsızlaştırarak çözme eğilimdeydi. İç çatışmalar ve Suriye unsuru altında ise sorun daha da çetrefilleşti. Böylece AKP için muhatapsızlaştırmadan belirli sonuçlar almak acil bir gereklilik haline geldi. Bu sürecin kalıcı mı, yoksa geçici mi olduğunu yine önümüzdeki dönemde Suriye ve Türkiye’de yaşanan gelişmeler belirleyecek. Yine de şimdilik BDP ile müzakereye açık olunmadığı ifade edilirken, KCK iddianamesiyle birlikte BDP’nin kapatılarak muhatap tartışmasına ayrı bir boyut getirilmesi olasılığı zikrediliyor. BDP’nin kapatılması söz konusu olabilir mi? Kürt sorununun geldiği düzey ve bölge ve dünya konjonktürü düşünüldüğünde böylesi bir uygulamanın AKP hükümetinin beklentilerine uygun bir sonuç üretmesi oldukça tartışmalıdır.
Hükümet-BDP ilişkisi
Hükümetin BDP ile görüşmeleri sürdürmek için temelde yalnızca bir talebi var: BDP’nin Kandil ve İmralı ile ilişkisini koparması. Bu doğrultuda hükümet sadece kontrolden çıkmayacak bir Kürt önderliği ile masaya oturmaya hazır olduğunu ifade ediyor. Öte yandan BDP’nin ise Hükümet’ten müzakereler için beş temel talebi söz konusu. 1) Askeri operasyonların durdurulması, 2) Öcalan’ın tecridinin sonlanması, 3) KCK operasyonlarının sonlanması, 4) Barış için bir barış konseyinin oluşturulması, 5) Özel yetkili mahkemelerin kapatılması. Dört talebin hükümet tarafından ne derece yapılabileceği bir tartışma konusu olsa da, özellikle Öcalan ile ilişkili talep hükümet için -hele şu anda- kırmızı çizginin bir hayli ötesinde bulunmakta.
Uzlaşı ihtimallerinin tükenmeye yüz tutuyor gibi göründüğü bu dönemde, AKP temel olarak baskı araçlarına sarılıyor. Muhatap sorununda ise bir yandan BDP’yi baskı altında tutmaya devam ederken, diğer yandan Barzani kozunu canlı tutarak Kürt sorununun çözümünde alanını genişletmeye ve yeni alternatifler yaratmaya çalışıyor.
Sonuç yerine
Hükümetin bugünkü barış kurgusu eşit bir barış değil, muhatabın yenilgisi üzerine kurgulanan bir tek yönlü “barış” dayatmasıdır.
BDP’nin kapatılmasının görüşülmesi, askeri operasyonlar ve KCK operasyonlarından hiçbiri meşru değildir! Bizler bir bütün olarak bu saldırıların karşısında duruyoruz. Açılımın ilk sürecinde barış söylemlerini dillendiren ve liberalleri bu söylemle kazanan iki yüzlü politikaların ne denli koşullara bağlı ve güvenilmez olduğunu sürekli olarak ifade etmiştik. Şimdi bu değişimi gözlerimizle görüyoruz. AKP hükümeti barışın gelebilmesi için güvenilebilecek son kurum olduğunu yeniden göstermektedir.
Kürt sorununun çözümü için, Terörle Mücadele Kanunu’nu ile özel yetkili mahkemelerin lağvedilmesini ve her türlü operasyonların durmasını acilen talep ediyoruz. AKP hükümetinin barıştan yana olmadığını biliyor ve Zonguldak maden işçilerinin Zonguldak-Botan hattı diye tanımladıkları tarihsel ittifakın mümkün olduğuna inanıyoruz. Dahası hem emek sorunlarının çözümü hem de özgürlük sorununun çözümü için başka bir yolun olmadığını düşünüyoruz. Bu sebeple bölgesel asgari ücretin tartışılmaya başladığı 1 Mayıs arifesinde, hem hükümetin istihdam stratejisine karşı gelip hem de kaderini tayin hakkı dahil, Özel Yetkili Mahkemelerin kaldırılması gibi talepler etrafında Kürt halkı ve Türkiye işçi sınıfının ortaklaşmasının barış ve onurlu bir yaşam için tek gerçekçi dinamik olduğunu biliyor, bu çözümün hayata geçebileceğine de inanıyoruz.
Yorumlar kapalıdır.