Papa’nın hesabı Tanrı’ya havale (mi?)…

XVI. Benediktus’un (Joseph Alois Ratzinger) beklenmedik bir biçimde Papalık görevinden ayrılması, Katolik kilisesinin çocuklara yönelik cinsel tacizlerle, mali skandallarla ve yolsuzluklarla yüklü karanlık yüzünün tekrardan, ama bu kez çok daha güçlü bir biçimde gündeme gelmesine neden oldu. Roma’dan yapılan resmi açıklamaya göre Ratzinger ilerleyen yaşı ve sağlık sorunları nedeniyle görevini bıraktı. Batı basınında çıkan haberler ve yorumlar ise başka bir gerçeğe işaret ediyor: Papa Benediktus, Kilise’nin kamuoyunda müthiş şekilde kirlenmiş olan görüntüsünü düzeltebilme, aklayabilme enerjisine sahip değil artık; ipler elinden tamamen kaçmış durumda. Ardında tam bir kaos bırakacak şekilde de olsa, emekliye ayrılıp dağ başındaki bir manastıra kapanmaktan başka bir çıkar yol görememiş kendisi için.

Vatikan’a yakın İtalyan basını, Papa’nın kasasında, bizzat kendisinin talep edip üç Kardinale yaptırttığı incelemenin sonuç raporunu saklamakta olduğunu belirtiyor. Rapora henüz kimse ulaşabilmiş değil; Ratzinger bu raporu kendisinden sonra seçilecek olan yeni Papa’ya teslim edecek. Ama araştırmacı Kardinallerin çalışmaları sırasında görüştükleri kişilerin açıklamaları var ve bu açıklamalar Kilise çevresinin işlediği tüm iğrenç suçların ve ahlaksızlıkların dökümünü veriyor. Kısaca ifade edilecek olursa, Katolik Kilisesi Hıristiyanlığın kendisine temel aldığı “On Emir”den yedinci (“Zina etmeyeceksin”) ve sekizinci (“Çalmayacaksın”) emirlere karşı tüm suçları işlemiş durumda. Ama araştırma biraz daha geliştirilecek olsa, Vatikan şürekâsının Musa’nın hiçbir emrine riayet etmediği ortaya çıkacak. Yeni Papayı seçecek olan Kardinaller kurulunda bütün tacizci ve hırsız din adamlarının yer alıyor olması, Katolikliğin yeni ruhani liderinin, Hıristiyanların Tanrısının yeryüzündeki bu temsilcisinin de işinin çok zor olacağına işaret ediyor.

İslam dünyasının, en önemli Hıristiyan kurumunun bu rezil görüntüsü karşısında üzüntüsünü (zira ne de olsa aynı “Tanrı”ya tapınılıyor) ya da sinsi keyfini belirtecek bir açıklaması olmadı henüz. Bu sessizliği neye yormalı? Kuşkusuz Müslüman âlem, Katolikliğin Vatikan’ı benzeri bir kurumsal temsil organına sahip değil; her cemaat kendi yorumuyla kavruluyor, kimsenin Hilafet iddiasında bulunacak hali de yok. Ama geniş Müslüman kitlelerce benimsenmiş temsili merkezler var, bunların başında da Sünniler açısından Kâbe’yi barındıran Mekke kentiyle birlikte Suudi Arabistan geliyor. Doğal olarak bu ülkenin, ya da İslami kuralları en sert biçimleriyle uygulayan diğerlerinin ileri gelenlerinden ve din adamlarından, İslami inancın tüm saf ve temiz özelliklerini sergilemeleri beklenir. Ama tüm kralları ve şeyhleriyle birlikte bu Müslüman aristokrasinin yaşam tarzı ve ticari faaliyetleri Katolik kardinallerin ve piskoposların sefahat düzeyinin gerisinde kalmıyor, hatta ötesine bile geçiyor. Hindistan, Filipinler, Tayland gibi ülkelerden getirdikleri insanların köle emeğiyle elde ettikleri petro-dolarları İsviçre bankaları aracılığıyla, çoğu Müslüman yarı-sömürge ülkeleri borçlandırmak için kullanmaları, İtalyan mafyası aracılığıyla petrol ticareti yapan Vatikanlıların herhalde iştahını kabartıyordur. Ya da Asya’nın yoksul ülkelerinden kaçırdıkları çocukları evlerinde hizmetçi orduları gibi kullanmalarının, hatta onları haremlerinde kendi nefislerine ikram etmelerinin, Katolik yetimhanelerindeki çocukların cinsel tacize uğramasından altta kalır yanı yok. Gene bu kaçırılan çocukların Katar, Abu Dabi ya da Bahreyn gibi merkezlerde inşa edilen lüks genelevlerde Doğulu Batılı tüm dünya “işadamlarına” hediye edilmesi; hatta onların organlarından yaşlı milyarderin “gençleştirilmesinde” yararlanılması vahşet derecelemesinde İslami dünyanın Katoliklerin önünde olduğunu gösteriyor. Müslüman otoriteler işte bu yüzden Vatikan skandalları karşısında susuyorlar, işin kendi rezil dünyalarına yönelik bir araştırmaya dönüşmesinden korkuyorlar.

Katolik kilisenin hiç de yeni olmayan kirli çamaşırlarının neden bugün böyle açığa çıkmakta olduğu da bir başka soru. Bunda kuşkusuz Vatikan kurbanlarının ve onların ailelerinin cesaretinin, gördükleri adaletsizliklerin üzerine saldırmaktan çekinmeyen cesur araştırmacıların ve gazetecilerin, nihayet vicdanları yaşadıklarını kaldıramayan itirafçı bazı din adamlarının payı büyük. Ama bir başka güçlü unsur daha var: kapitalist kriz. Burjuvazinin sömürü getirilerini kendi arasında rahatlıkla paylaştığı dönemlerde din adamlarının yolsuzlukları ve sefahatleri sistemin “normal” bir özelliği olarak kalabiliyor. Ama krizin sermayeler arasında amansız ve yok edici bir rekabete neden olduğu dönemlerde, bazı sermayeler ile birlikte onların sahiplerinin de aradan temizlenmesi zorunlu hale geliyor. İşte Vatikan oligarşisi bu savaşın “kurbanlarından” biri ve hayatta kalma savaşı veriyor. Bu da yaşlı ve güçsüz Papa XVI. Benediktus’tan beklenebileceğin çok ötesinde bir enerji gerektiriyor. Seçici Kardinallerin bugünkü baş ağrısı da böyle birini bulabilmekte. Hesapları yeniden düzenleyebilecek yeni bir “Tanrı temsilcisi” aranıyor.

Mazlum kulların hesap soramadıkları güçlüler karşısında kullandıkları “Allah’ından bulsun” tabiri artık çağ dışı kalıyor. Çok geriye gitmeye gerek yok, XX. yüzyıl boyunca Nazizmi, faşizmi, Frankoculuğu, Latin Amerika diktatörlüklerini desteklemiş olan Katolik kilise artık sadece Tanrı karşısında sorumlu değil, bugün mahkemelerde hesap vermek durumunda. Ortadoğu halkları üzerindeki Siyonist katliamları destekleyen hahamları da aynı akıbet bekliyor. Ve bu dalga kaçınılmaz biçimde ve bir “aydınlanma” öğesi olarak Müslüman dünyaya da ulaşacak. Dinsel kisve altında İslami aristokrasinin, şeyhlerin, cemaat liderlerinin, vb. tüm emek ve insanlık karşıtı faaliyetleri kamuoyunun bilgisine açılacak. Ve işte o zaman işçiler ve emekçiler, kendi saf inançlarının kapitalist burjuvaların iktidarı için nasıl alet edildiğini görecekler, toplumsal yaşam ve örgütlenme kurumlarının dini oluşumlardan neden arındırılması gerektiğini kavrayacaklardır.

Yorumlar kapalıdır.