ABD proletaryası tekrar tarih sahnesine çıkarken
Amerika Birleşik Devletleri, Almanya ile beraber finans kapitalin temerküzünün en yoğun şekilde yaşandığı ülke olarak, uluslararası sınıflar mücadelesinin gündeminde önemli ve merkezi bir pozisyonu işgal ediyor. Dolayısıyla Birleşik Devletler işçi sınıfının, karşısında dünyanın en örgütlü egemen sınıfı olan bu işçi sınıfının atıldığı her mücadelenin, insanlığın geleceğini belirlemede oynadığı tayin edici rolün ağırlığının bu derece belirleyici olması, şaşılacak bir durum olmamalı. Karl Liebknecht’in 1. Dünya Savaşı ertesinde haykırdığı, “Bugün dünya devriminin merkezi Almanya’dır!” şiarının yanına, ABD’yi de ekleyecek olursak, malum olanı belirtmiş olmanın dışında başka bir şey yapmış olmayız.
ABD’de Demokrat Parti’nin sermaye yanlısı yönetimi altında emekçilerin birçok kereler grevler gerçekleştirdiklerini biliyoruz. Bunlardan özellikle 2012’nin sonlarına doğru Chicago şehrinde 30 binin üzerinde katılımın sağlandığı öğretmen grevi dikkatleri üzerine çekmişti. Son olarak geçtiğimiz ay, tam olarak 100 şehirde örgütlenen fast-food ve market işçilerinin grevi geniş bir yankı buldu.
200 milyar dolarlık piyasa değeri olan fast-food sektörü, ucuz işgücünün yaygın vaziyette kullanıldığı bir alan. Fast-food ve market emekçilerinin talepleri, saatlik mesai ücretlerinin 8,25 dolardan 15 dolara çıkartılması. Bu alanda gerçekleştirilen en son zam 2009 senesinde uygulamaya konmuştu, ne var ki enflasyonun hesaba katıldığı bir düzlemden bakıldığında, ABD işçi sınıfının bugün aldığı asgari ücret, 1953 senesinde aldığı asgari ücretin reel değerine eş düzeyde.
Sadece New York eyaletinde bile 55 bin fast-food işçisinin istihdam edildiği düşünüldüğünde, Başkan Obama’nın Aralık ayının başında yaptığı konuşmada federal ücretlerin arttırılması yönünde çağrı yaparak özel olarak greve çıkacak olan emekçilere referans vermesi, ekonomik krizin ücretlerde yarattığı erimeden duyulan hoşnutsuzluğun ciddi bir mesele olduğuna ışık tutar nitelikte.
Obama’nın konuşması, temsil ettiği ABD burjuvazisinin eylemlere dair hissettiği çekinceyi de bir bağlamda teşhir etmedi değil. Zira örgütlenmiş bulunan bu grev sürecinin öne çıkan birkaç özelliği bilinçlerde yaşanan sıçramalara işaret ediyor. İlk olarak grevin, parçalı, bölük pörçük, birbirinden kopuk ve yalıtılmış bir direnişler silsilesi olarak değil, ulusal çapta bir seferberlik ilanı olarak örgütlenmesi, sınıf mücadelesini yerellikten kurtaran son derece ilerici bir hamle. İkinci olarak, örgütlenmenin bir hayli zor olduğu eyaletlerde dahi, grevin başarıyla yürütülmüş olması, kesinlikle bilinçlerde yaşanan politik bir kırılmanın sonucu olma özelliğini taşıyor.
ABD proletaryasına iki partili burjuva parlamentarizminin dar siyasi duvarlarının ardında başka alternatiflerin yattığını göstermek, ülke genelinde devrimci sendikal koordinasyonlar yaratabilmekle kol kola giren bir görev. Bu görev emekçi kitleler için yeni politik aygıtların inşasının zaruri bir gereksinim olduğuna işaret ediyor.
Yorumlar kapalıdır.