Olan olmuştur, olacak olan da olmuştur(*) – Seçimler üzerine

Seçimler, her ne kadar sayımlarda oluşan rezillikler hala devam ediyor olsa da AKP’nin yüzde 43,5 oranında oy almasıyla sonuçlandı.

Neredeyse Eylül ayından beri Gezi ayaklanmasına katılan insanlar arasında yoğun olarak gündeme girmiş bulunan bu seçim sonuçlarının en azından yoğun bir moral bozukluğuna yol açtığını görüyor, gözlemliyoruz. Bu seçim bu sebeple geçmiştekilerden çok daha önemli oldu. Farklı bileşenler bu seçimden “mahalli idareleri” seçmek dışında beklentilere girmişler idi. TÜSİAD ve bir kısım burjuva medya en azından AKP’nin bir tokat yemesini bekliyordu. Gezi ayaklanmasının çoğu bileşeni, AKP kaynaklı “yeni tür faşizm” tehlikesinin, AKP’nin seçimi kaybetmesi ile duracağını ve bunun AKP’nin dağılmasına neden olacağını düşünüyor, Cemaat grubu da AKP’nin seçim kaybetmesinin kendi gruplarının gücünü göstermesi ve muhtemel yaşanacak kapışma öncesi elinin güçlenmesine neden olacağını görüyordu. Sonuçlar ve bunun ilk okunması AKP’nin beklenen kaybının söz konusu olmadığını ortaya çıkarınca durumun bütün bu gruplar açısından da bir kafa karışıklığına ve demoralizasyona neden olması da kaçınılmazdı.

Olan nedir?

Öncelikle kendimizi AKP iktidarına oy veren kesimlerin “makarnacı, sadakaya oyunu satan” diyerek aşağılanması söylemiyle ayırarak söze başlayalım. Elbette, adı geçen “dağıtımların” bu seçim ve oy sonuçlarının üzerinde bu yönde bir etkisinin olması kaçınılmazdır. Bunun tersini beklemek, diyalektiğin reddine neden olur. Kitlelerin, siyasi yönelimlerine gündelik hayatlarına ve muhtemel yakın geleceklerine bakarak karar vermelerinden daha doğal bir şey yoktur. Toplumsal doğrulara ya da bilimsel gerçeklere inanmak genellikle bu sürece yön vermez. Tersten bir örneği ele alarak başlayalım; bir devrim sürecinde eğer karşıdevrimcilere karşı bir linç hareketi oluşuyorsa, örneğin İran’da, Tunus’ta olduğu gibi, burada aklıselim düşünme değil, bizzat bir tür “kitlesel hissiyat” söz konusu olur. Karşıdevrimcilerin linç edilmesi bir “aklıselim” hadisesi ya da bir ahlaksal seçim değildir, bizzat kitleler, refleksleri ile kendi yollarının önünde duracak hiçbir gücün o yürüyüşlerini sekteye uğratmasından haz etmez ve bu durum aklıselim tepkiye de çoğunlukla yol açmaz. O yürüyüşün hangi odaklara yönelmesi gerektiğini de bizzat onun öncüsü tarafından karar verilir/verilmelidir.

Kısacası, kitlelerin politik tercihlerinden bu yönde bir talep beklemek, aslında eylemin devrimci özünü de yok eden bir şeydir. Ve biz bütün tarihsel örneklerden bu kalkışmaya karşı davranan önderliklerin de kitle hareketlerinin önünde dağıldığını görebiliyoruz.

Yardım alanlar kimlerdir?

Geçen yıl, çalışanlar için açıklanan kişi başına düşen yıllık gelir 4790 lira idi. Yani aybaşına 400 TL’lik gelirden bahsediyoruz. Bu düzeyde bir ücrete her tür pespaye güvencesizliğin eşlik ettiği bir işçi-çalışan katmanından “Fransız sayfiyelerinde” yaşayan yurttaş tepkisinin beklenmesi ise rasyonel değildir. Ekonomik büyümenin geniş çalışanların kazançlarında ifade ettiği bu değer, net bir ifadedir.

Meseleleri salt ekonomist bir görüş açısından ifade etmeye çalışmıyoruz. Ancak; kitlelerin politik tercihinin verili bilinç durumunda ellerinde “bir şekilde istikrar” ve süreklilik demek olduğunu ifade eden bir aygıtla ifade edecekleri şüphesizdir. Biz devrimci Marksistler’in, bu yardımların sosyal bir kazanım olarak yasal güvenceye alınması ve sürekliliği için çalışmamız normaldir.

Biri ya da öteki ikilemi

Bu durumu Mısır’da yaşanan kitle hareketlerinin ardından sandıktan çıkan Müslüman Kardeşler ile buna karşı Mısır’da kışladaki ordu güçlerinin arasında “biri ya da öteki” tercihine mahkûm gören reformist solun bakış açısıyla görmüyoruz.

Kimi sol çevrelerde dile getirildiği üzere, yaşanan seferberliklerin ve kitle mücadelelerinin yansımasının salt sandıkta ifade edileceğini düşünmenin, en hafifinden toplumsal süreçleri anlamamak olduğunu düşünüyoruz.

Oysa ne kitle hareketleri seçim sürecinde şu ya da bu burjuva aygıtının değiştirilmesi için yaşanıyor ne de sandıktan çıkan seçim sonuçları bunun yegâne göstergesidir.

Bu oy satın alma girişimleri, her burjuva partinin şu ya da bu şekilde kaçınılmaz olarak başvuracağı yoldur. Herhangi bir belediye seçiminde örneğin, partilerden hiçbiri mevcut “dağıtım” ağına dokunmayacaklarını ve yalnızca buradaki aktörleri yenileri ile değiştireceklerini ifade etmedikleri söylenemez. Herhangi bir ihalenin hangi, ya da “ne renkli” firma tarafından alınacağına dair bir tercih olmasından çok daha öte bir durumdur, kitle hareketinin talepleri.

Yazılarımızda sıklıkla ifade ettiğimiz, burjuvazinin kitle hareketlerine karşı “bir kişi bir oy” hedefi ve amacı ise kitlelerde sadece demokratik bir yanılsama yaratmasından öte bir anlam ifade etmiyor. Gezi ayaklanmasının sonbahardan bu yana dönüp dolaşıp seçim sonuçlarından çıkacak tabloya endekslenmesi ise, birçok sol grup için de “istenilen sahada top oynamaya” benziyor.

Bu açıdan ne AKP’nin yoksul kitlelerin yoğun olarak yer aldığı bölgeler, şehirlerden aldığı oy, ne de kazandıkları işçi kentleri bizleri tersten bu demorilasyona sokmaz. Hatta her türden muhalefetin bel bağladığı yolsuzluk operasyonlarının yansımasını bulmamış olması da bu süreci daha da anlamlı kılar.

Gerçek yol göstericidir!

Öyleyse biz bunların dışında seçim sonuçlarını nasıl okumalıyız, bu noktaya gelelim.

1. AKP iktidar bloku dağılmıştır; AKP’nin Gezi ayaklanması ile iyice açığa çıkacak şekilde, kurduğu cephe içinde bir daha dönüş olmayacak şekilde dağılma gerçekleşmiştir. AKP’nin Gezi öncesi kendine dair politik iddialarının çürümesi ve o noktada yaşadığı kan kaybı daha da derinleşerek sürecektir. Cemaat aracılığıyla var olan kurumsal devletin içindeki ittifakları parçalanmıştır. Elbirliği ile sistemi yeniden dizayn sürecine girdiği en temel müttefiki sayılan Cemaat ile köprülerini bir daha onaramayacak şekilde atmıştır. Bu iç kapışmanın birden fazla nedeni olmakla birlikte asıl uzlaşamadıkları noktanın “idare ederken rant ve gücün paylaşımından” kaynaklı olduğu tartışma götürmeyecek şekilde açığa çıkmıştır. AKP’nin aldığı bu yaranın tedavisi ise yoktur. Kimi yandaş gazetelerin de ifade ettiği gibi, bu çatışma her iki grubunda birbirini yok etmesine neden olacak şekilde genişlemeye devam edecektir. Bu çatışmanın ya da en azından bu pat durumunun bozulmasının en büyük ve etkili nedeni ise Gezi ayaklanmasının bu iktidar bloku arasındaki çatlağa soktuğu kamadır. Bu dönem kaçınılmaz şekilde derinleşmeye devam edecek ve her iki tarafın da daha derin kan kaybına neden olacak şekilde ilerleyecektir.

2. AKP özellikle Cemaat grubu ile çatışmasında sistemin daha önceden süpürmeye çalıştığı bir kanatla ittifak ile bu süreçte omuzdaşlığı AKP ve onun destekçileri arasında yine bu gücün paylaşımı gereği kaçınılmaz olarak yeni bir çatlamaya daha neden olacaktır. Söz konusu ne de olsa “eski çocukların” şu ya da bu şekilde müsamereye dâhil edilmesini ve bu anlamda iktidar gücünü bu eski çocuklarla bir şekilde paylaşımına neden olmasının yeni bir çatlak yaratacağı kaçınılmazdır.

3. Kitleler ve artık bir ayaklanma geleneğinin parçası haline gelmiş kitle hareketinin, özellikle verilen oyların peşine düşülmesi döneminde de daha da netleşen bir durumundan bahsetmek gerekmektedir. O da; kitlelerin gözünde her tür demokratik yanılsamaya neden olan seçim/sandık tercihinin tamamen olmasa da belirli bir oranda dağılmasıdır. Kitleler, herhangi bir burjuva sektörün sevk ve idaresinde toplumsal dönüşüme ya da herhangi bir demokratik mevzi savunmasına kalkışamayacağını görmeye başlamaktadır. Bu kâh türlü hilelerle yapılan sayımlarda, kâh muhalefet iddiasındaki CHP gibi partilerin bazı mücadele anlarında geri basmasıyla görülmüştür. Bu nedenle biri değilse ötekini seçmek artık yeni bir umut ifade etmeyecektir. “CHP’yi işgal et” çağrısının yankı bulması da bu ruh halinin bir sonucudur.

4. Sistem içinde demokratik mevzilerin savunulmasına dönük taleplerin, ancak kitle hareketlerinin kendi öz gücüyle olanaklı hale geldiği görülmüştür. Demokrasi mücadelesinin bu anlamda, salt bir belediye başkanını değiştirme sürecinden değil, bizzat kendi yaşam alanlarının ve mevzilerinin savunulmasından geçtiği görülmektedir. Sistem açısından korku veren ise budur.

5. Sistem genel olarak “iki partili” bir panorama ile hem değişim şansını arttırma ve sistem içi denge alternatiflerini kullanmak hem de geniş yığınların karşısına yine bu yanılsama ile gideceği bir yeniden yapılanma içindedir. Cumhurbaşkanlığı seçiminden, yeni anayasa tartışmasına bu dönemleri böylesi bir Amerikan sistemi ile sonuçlandırmak istemektedir. Bu durum, kitlelere dönük olarak demokratik yanılsamaları derinleştirme girişimidir.

6. Mücadelelerin kaderi, burjuva seçim sonuçlarına bakılarak tayin edilemez. Sol basında da bu seferberliklerin sonucunun bu seçim sonuçlarında aranmasının, yaşanan moral bozukluğuna yol açması elbette kaçınılmazdır. Bunun nedeninin, neredeyse herhangi bir burjuva köşe yazarından başka bir şey söylememenin, demokrasi konusundaki yaygın ideolojik tahakkümün etkilerinde aramak gerekiyor. Eğer bu seçimden, üstelik türlü yolsuzluk skandallarına rağmen AKP’nin seçim başarısının nedeninin AKP’nin dağıttığı paralar, oluşturduğu yardım çemberlerinin etkisi okunuyorsa bu yanılsamanın başka bir şekilde ifade edildiğini söylemek gerekiyor.

7. Gezi ayaklanması sırasında neredeyse
fire vermeden tüm ülkeye yayılan ve milyonlarca insanın katılımı ile devam ederek AKP iktidarına geri adım attıran bu mücadeleler sürecinin seçimlerden çıkacak sonuçlara göre değerlendirilmesi bu teslimiyetin bir parçasıdır. Bizler bulunduğumuz her platformda seçimlerin, kitle mücadelesinin bastırılmasının bir aracı olduğunu ve asıl olanın bir işçi-emekçi programı etrafında bir araya gelmek olduğunu ifade ettik. Bu anlamda burjuvazinin, AKP’nin de sıklıkla sarıldığı argümanı ile “bir kişi bir oy” yanılsamasının kendisi ile her durumda hesaplaşmanın yolu da budur.

Olacak olan da olmuştur

Sonuç olarak acil görev, yeni dönemde mücadele halindeki emekçi kitlelerin programını toplumun örgütlenmesinin önüne alabilmektir. Emekçi kitlelerin örgütlenmesi, bugün her zamanki gibi çok önemlidir, kitle hareketlerinin başarısını belirleyecek olan da budur. Greif işçilerinden Kazova’ya nüvelenen bu mücadele deneyiminin tüm toplumun önüne bir model olarak çıkması ise kitle hareketlerinin nihai sonucunu belirleyecektir. Gezi ayaklanmasında açığa çıkan hareketin, işyerlerinde, mahallelerde sokak sokak ve adım adım örgütlenmesi dışında başkaca bir yol da yoktur. Seçimlerde burjuvaziden bağımsız bir işçi-emekçi alternatifinin inşası yönünde çabaları sürdüren fakat mücadeleyi de seçimlere hapsetmeyen, temel dinamik olarak işçi sınıfı mücadelesini ve kitle seferberliklerini önüne koy bir hattın örülmesi, bir kez daha temel bir zorunluluk olarak ortaya çıkmıştır. Eğer bizler, bütün sol olarak bu mücadeleyi öremez isek, kaçınılmaz olanla da yüzleşmek durumunda kalınacaktır.

(*) Ahmet Amiş Efendi; (1807-1920) Nakşi Tarikat şeyhi.

Yorumlar kapalıdır.