Ukrayna ve burjuva demokrasisinin sınırı

2008 dünya kapitalist krizinin tetiklediği bir dizi devrimci ayaklanma ve halk isyanı gündelik hayatımızın bir parçası haline gelmiş durumda. Dünyanın hemen her bölgesinde kitlesel grevler örgütleniyor, hükümet binaları ve kamusal alanlar seferberlik halindeki kitleler tarafından işgal ediliyor, hükümetler devriliyor. Doğal olarak, her ülke kendine özgü iç dinamikleri barındırıyor ve kitlelerin öfkesini sokağa taşıran onlarca farklı sebep sayılabilir. Ancak, seferberliklere esas kitlesel karakterini kazandıran ve bu seferberliklerin kesişim noktasını işaretleyenin “siyasal demokrasi” talebi olduğunu söylemek yanlış olmaz. Burjuvazi, kitlelerin enerjisini soğurabilmek için demokratik gericilik politikalarından başlayarak, karşıdevrimci Bonapartist darbelerden (Mısır), faşist/paramiliter çetelere (Yunanistan,Ukrayna) ve süreğen iç savaşlara (Suriye) kadar her türlü askeri, ekonomik ve politik aracı denemekten/ kullanmaktan geri durmuyor. Deniyor; çünkü çoğu zaman kitleler tarafından gafil avlanıyor. Kullanıyor; çünkü çıkarları için iktidarını korumak zorunda…

Kastımız elbette burjuvazinin bir tür kadercilik anlamına gelen çoktan seçmeli bir kurguya gömülmüş olduğu değil. Sanılanın aksine emperyalist burjuvazi olay ve olgular üzerinde tam ve mutlak bir kontrol gücüne sahip değil. Ekonomik çıkarlar (daha doğrusu ekonomik krizlerin en azından kontrol edilebilir bir seviyede seyretmesi ve kâr oranlarının korunması arasındaki onulmaz çelişki) ve kitlelerin mücadele azmi bu gücün sınırlarını ve yöntemlerini belirleyen etmenler olarak sayılabilir. Bir diğer ve aslında en temel etmen ise emperyalizmin ulusal değil, uluslararası bir sistem olmasıdır. Ulusal rejimleri tek tek ele alıp “ilerici”, “gerici” veya “anti-emperyalist”, “emperyalist” olarak belirlemeye girişmek açıkça yanlış ve hatta emperyalizm yanlısı bir tutumdur. Tam da bu temelde ele alındığı için Esad, Kaddafi, Castro, Chavez, vd. “anti-emperyalist”, Yanukoviç, Putin vd. ise “ilerici” olarak addedilmektedir. Oysa, belirleyici olan emperyalizmin çatışmalı birliği ve son tahlilde bu rejimlerin de emperyalist dünya sisteminin bir parçası olduğu gerçeğidir.

Son günlerde Ukrayna’da yaşanan ve görünürde giderek çetrefilleşen gelişmelerin de yukarıda altını çizdiğimiz noktalardan hareketle ele alınması gerektiğini düşünüyoruz.

Kitlelerin yanında, emperyalizmin karşısında!

Bilindiği üzere yaklaşık üç ay boyunca kahramanca bir mücadele vererek önce hükümeti ardından da devlet başkanı Yanukoviç’i devirmeyi başaran kitleler daha başından itibaren burjuva kamplar arasına sıkışmış durumdaydı. Öyle ki, AB emperyalizminin güdümündeki Timoşenko önderliği Putin’in de onay verdiği bir plan dahilinde Yanukoviç’in görevde kalması ve Mayıs ayında erken seçime gidilmesi konusunda uzlaşmıştı. Fakat kitlelerin basıncı Yanukoviç’i devirdi ve Rus oligarklarının temsilcisi devlet başkanı ülkeyi terk etmek zorunda kaldı.

Ukrayna ekonomisinin ise “borçlarını ödeyebilir” durumda kalabilmesi için yaklaşık 35 milyar dolarlık bir mali desteğe ihtiyacı var. Bununla beraber, AB ve ABD’nin şu an için açıkladığı yardım miktarı bu rakamın üçte biri seviyesinde ve üstelik IMF’nin açıkladığı kemer sıkma önlemlerinin hayata geçirilmesi koşuluna bağlı.Yani, AB ve ABD için “batan gemiden malları kurtarmak” birinci öncelik. Her dört kişiden birinin kronik yoksulluğun pençesinde olduğu ve çok düşük ücretlerle yaşam savaşı verdiği bir ülkede Timoşenko ve AB’nin “demokratik ölçütleri” Ukrayna halkı için daha fazla işsizlik, daha fazla yoksulluk ve açlık anlamına geliyor.

Bu noktada mücadele halindeki kitleler ve onların emperyalizm yanlısı önderlikleri arasında bir ayrım yapmamız gerekiyor. Bu ayrımın üç temel dayanağı var: Birincisi, Timoşenko ve benzeri emperyalizm yanlısı önderliklerin -sınıfsal çıkarlarıyla çatışmasından ötürü- kitlelerin taleplerini karşılamasının mümkün olmaması. İkincisi, kitlelerin kendi taleplerini karşılayabilmek için burjuva önderliklerin ve burjuva demokrasininin sınırlarını aşmak zorunda olması. Son olarak da, ikinci durum gerçekleştiği ölçüde daha da kaçınılmaz olarak devrimci bir önderliğe duyulan ihtiyaç.

Bu bağlamda, mücadelenin ancak sınıfın bağımsızlığını temel alan, emperyalizmden ve onların işbirlikçi önderlerinden radikal bir kopuşu hedefleyen bir temelde örülmesi Ukrayna halkı için kurtuluşa giden yolu açabilir.

Rusya’nın Ukrayna’yı işgaline hayır!

Ukrayna’daki ayaklanmanın önündeki bir diğer engel de kuşkusuz Rusya’nın askeri müdahalesi. II. Dünya savaşı sırasında Stalinist diktatörlüğün yoğun Ruslaştırma politikasına maruz kalan ve bunun sonucu olarak da Ukrayna’nın doğu ve güneydoğu bölgelerinde yoğunlaşan Rus nüfusun “selameti” ve “çıkarlarını” bahane ederek Kırım bölgesini işgal eden Rusya’nın esas itibariyle iki ana hedefi olduğu söylenebilir. Birincisi, kitle seferberliğini milliyetçi cendereye hapsederek soğurmak ve ikincisi Rus oligarklarının özellikle Donetsk çevresinde ve Kırım bölgesinde yoğunlaşan yatırımlarını korumak. Rusya’nın ihracatının yarıya yakın bir kısmının Kırım limanlarından geçtiğini de ekleyelim. Son olarak Donetsk bölgesinin bağımsızlığını ilan etmesi ve Mayıs ayında Rusya’ya bağlanma konusunda -tıpkı Kırım’da yapıldığı gibi- referanduma gidileceğini açıklaması ise etnik bir iç savaş olasılığını hâlâ gündemde tutuyor.

Sınıfın bağımsızlığı ve birliği için !

Burjuvazi, iki yüzyılı aşkın iktidar tecrübesinin verdiği güven ve ideolojik hegemonyasını devam ettirmek için faydalandığı bir dizi araçla (en başta devlet aygıtının kendisi!) pozisyonlarını kitlelerden çok daha hızlı ve olabilecek en verimli şekilde yeniden belirleyebiliyor. Fakat bütün bu olanaklar bile emperyalist burjuvaziye kesin bir zafer vaat edemiyor. Zira emperyalizm, bir ekonomik model olarak miadını doldurdu! İşçi sınıfı, kapitalist ekonominin merkezinde ve bütün sinir uçlarında bizzat üreten konumda olması dolayısıyla burjuvaziyi politik olarak silahsızlandırabilecek tek sınıftır. Greve çıkan ve kolluk kuvvetleriyle karşı karşıya gelen her işçi bilir ki devlet silahlı bir sınıf aygıtından başka bir şey değildir. Temel amacı ise yönettiği sınıfların ideolojik, politik açıdan silahsızlandırılmasıdır.

Ukrayna da dahil olmak üzere tüm seferberliklerin, devleti bir tür hakem rolüne “yükselten” ve sınıfsal doğasını örten bütün burjuva liberal yanılsamalardan kurtarılması için sistemli bir mücadele kaçınılmaz olarak önümüzde duruyor. Bu mücadeleyi öteleyen her seferberlik ise ne yazık ki işçi demokrasisinden uzaklaşmakta ve celladına doğru bir adım daha atmaktadır. Mısır’daki karşıdevrimci Bonapartist darbe ve Suriye’deki iç savaş bunun en somut örneğidir.

Sınıflar mücadelesinin keskinleşmesi kaçınılmaz olarak ezilen sınıfları bir önderlik inşasına zorluyor. Bu görevin ne kadar hızla ve kararlılıkla omuzlanacağı ise toplumun tüm ezilen kesimleri için bir ölüm kalım sorunu halini almıştır. Zira, burjuvazinin demokrasisi artık sınırına dayanmış durumda ve bizlere işsizlik, yoksulluk, açlık ve etnik kıyımlardan başka bir şey sunmuyor!

Yorumlar kapalıdır.